Orta Afrika Cumhuriyetinde şiddet son noktaya ulaştı. Vahşet içindeki kalabalık ve askerler bir Müslümanı katlettikten sonra cenazesini parçalayıp yaktı.
113
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
213
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
313
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
413
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
513
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
613
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
713
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
813
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
913
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
1013
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
1113
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
1213
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.
1313
Benedict Anderson yüzyılın en önemli çalışmalarından biri sayılan Hayali Cemaatler adlı kitabında homojen büyük toplumların nasıl eşzamanlı gazete okuma deneyimi ya da popüler roman kahramanlarının hayatlarına öykünme sonucu kurulduğunu yazar. Anderson’a göre endüstriyel medeniyetle birlikte ortaya çıkan standart ve homojen politika bugün “dünya” dediğimiz o “bütünlüğü” ortaya çıkarabilmek için kozmosu yerinden oynatır. Partha Chatterjee, Anderson’un politikayı kavramsallaştırma biçimine karşı çıkarak, Anderson’da gördüğümüz tarzda bir politika anlayışının dünyanın homojen bir bütün olarak anlaşılması gerektirdiğini söyler. Bu anlamda politika modernliğin boş homojen zamanını işgâl eder. Bu boş homojen zaman içersinde farklı olan geçmiş de bırakılmış olması gerekene, ama bir biçimde bırakılamamış olana işaret eder. Modernliği zamanın kendisi olarak gören bu bakış açısı kendisine karşı olan direnişi arkaik ya da geri olarak nitelendirerek sermaye ve modernliğin tartışmasız zaferini ilân eder. Chatterjee’ye göre insanlar kendilerini yalnızca boş homojen zamanda hayal edebilirler, ama gerçekte onun içinde yaşamazlar. “Modern dönemin gerçek mekânı heterotopyadır” der Chatterjee.
Bağımsızlık sonrası Afrika, 20. yüzyılın en büyük iç savaşlarına tanıklık etti. 1946’dan bu yana neredeyse yarısı henüz sonuçlanmamış ya da kısa aralar verip sonra yeniden başlayan toplam 33 tane iç savaş oldu Afrika’da. Afrika kıtasının çoğu zaman akıl almaz boyutlara da varan bu “vahşetini” Batı dünyasının anlama biçimini ise tam da Chatarjee’nin itiraz ettiği bakış açısı karakterize etti. Bir diğer deyişle, savaşı ekonominin ya da kimliklerin geri kalmışlığına bağlamak, Afrika’yı modern dünyanın dışında arkaik bir zamanı işgâl ediyor olarak görmek. Bu bakış açısı daha ilk adımda birilerinin refahının (Batı’yı kast ediyorum) başka bir yerde (Afrika’yı kast ediyorum) yarattığı eş zamanlı şiddeti sorgulamamıza engel olduğu ölçüde emperyal mantığın ve şiddetin ayrılmaz bir parçasını oluşturdu. Tam bu noktada Afrika bağlamında politikanın “heterotopik” dinamiklerini anlamanın en önemli ayaklarından birini “medenileşmiş” ezberimizin tersine savaşın herkes için istenmeyen bir şey olmadığını anlamamız oluşturuyor.[2] Bir diğer nokta ise dünyanın bir coğrafyasında yaşanan huzurla diğer coğrafyalarında yaşanan vahşetin ilişkisini ve eşzamanlılığını hiç unutmamak.
Zaten savaş ve barış arasındaki ayrımın “geleneksel olarak” hiç de o kadar net olmadığı Afrika’da, bağımsızlık sonrası dönemi karakterize eden temel faktör, kolonyalizm, modern savaş teknikleri ve de yerel çatışmaların uluslararasılaşmasıyla dokuları değişmiş toplumlardaki iktidar çatışmaları. Bir diğer deyişle Afrika devletlerinin bugünü, geçmişi veya geleceği sadece Afrika toplumlarının kendine has özellikleri ile ilgili değil, tersine tam da o özelliklerin uluslararası sisteme nasıl dahil olduğu (ya da edildiği) ve bu dahil olma biçimlerine denk düşen yerel üretim ve denetim mekanizmalarıyla ilgili.