Dünya genelinde eğitim sistemleri krizde. Son yıllarda en azından temel eğitime erişim imkanlarının arttırılması yönünde ilerleme kaydedildi, ancak ihtiyaç duyulan artış hızının yakınından bile geçilemedi. Mevcut hızda devam edilirse, dünyadaki son yoksul kız çocuğu en erken 2086'da okul yüzü görebilecek.
Şu anda 260 milyondan fazla çocuk okula gidemiyor ve en az 250 milyonunun da okula gittiği halde bir şey öğrenemediği tahmin ediliyor. Ortada tüm çocukları okullu yapmak ve bir şeyler öğrenmelerini sağlamak gibi son derece zorlu bir iş var.
Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SKH) kapsamında 2016'da bu sorunu ele alan dünya liderleri, 2030 yılına kadar "bütün kız ve erkek çocuklarının ücretsiz, hakkaniyetli ve kaliteli bir ilk ve ortaöğretimi tamamlamalarını ve böylece ilgili ve etkili öğrenme sonuçlarının elde edilmesini" hedef koydu.
Dünya genelinde şu anda 260 milyondan fazla çocuk okula gidemiyor ve en az 250 milyonunun da okula gittiği halde bir şey öğrenemediği tahmin ediliyor. Ortada tüm çocukları okullu yapmak ve bir şeyler öğrenmelerini sağlamak gibi son derece zorlu bir iş var.
Peki ama giderek daha ilintili hale gelen ve hızla evrim geçiren, bilgi ve teknoloji ağırlıklı bir ekonomide kaliteli eğitim ne demek? Çocukların, bilgili ve geleceğin işlerine hazır hale gelebilmeleri için bugün neleri öğreniyor olmaları gerekiyor ve bunu sağlayacak sistemleri nasıl kuracağız?
Azalan finansman
Bunun için öncelikle mevcut sistemlerimizin altını oymayı bırakmamız gerekiyor ki bu da finansman konusuyla başlıyor. Küresel düzeyde son on yılda özellikle en yoksul bölgelerde eğitim finansmanındaki gerileme sarsıcı boyutta. Bunun belki de en dikkat çekici örneği, 2014'te zengin bağışçı ülkelerin, 1 milyar doların üzerinde bir kesintiye giderek, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan en yoksul ve savunmasız durumdaki çocuk ve gençlere yönelik Eğitim için Küresel Ortaklık programına yeterli finansman sağlamamasıydı. 2010 yılından bu yana 13 Afrika ülkesinin temel eğitim yardımları – bazıları çok ciddi seviyede olmak üzere – kesildi.
Zengin ülkelerin siyasetçileri, bir yandan dünya genelinde bir "yetenek açığı"ndan yakınırken, diğer yandan da yardım bütçelerinin genel olarak küçüldüğünü ileri sürerek eğitim yardımlarındaki kesintilere dair eleştirileri savuşturuyor. Oysa 2008'den bu yana sağlık alanındaki bağışçı yatırımları yüzde 58 oranında artış kaydetti. Sağlık alanında elde edilen sonuçların sürdürülebilir olması açısından kritik önem taşıyan eğitim yatırımları ise neredeyse yüzde 20 geriledi.
Birçok ülke, kendi eğitim sistemlerine uzun vadeli yatırım yapmadı. Bu da, eğitimin çocuklarının geleceği açısından kritik önem taşıdığının farkında olan ebeveynlerin ne için para ödediklerini değerlendirememelerinden istifade eden kâr amaçlı okullara kontrolsüz bir alan açmış oldu. Finansmanın azalması ile kaliteli öğrenme arasında güçlü bir ilişki olduğuna inanmamak, ileri görüşlülükten hiç payını almamış bir yaklaşım.
Hakim söylem, bunun yerine, daha yüksek verimlilik, inovasyon ve fen, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) eğitimi ihtiyacı çevresinde şekilleniyor. Bunlara gerçekten ve acilen ihtiyaç var, ama burada verimlilik, inovasyon ve tüm bu dersleri öğrenmenin gelip dayandığı daha temel gereklilikler ciddi şekilde ıskalanıyor. Oysa 1) öğrenmeye erken yaşta başlamamız, 2) öğretmenlere yatırım yapmamız ve 3) bizi milli eğitime sistem genelinde bir yatırım yapmaktan kurtaracak küçük çaplı politika "düzeltmeleri" ve kestirme çözümlerden kaçınmamız gerekiyor.
Eğitime çocuk ilkokula başlamadan çok çok önce, daha doğar doğmaz başlamak şart. Bir çocuğun beyin gelişimi üç yaşına kadar yüzde 80 oranında tamamlanıyor. Ancak bu çocuklara nasıl kaliteli ilgi ve teşvik sağlanacağı konusu genellikle düzgün bir şekilde anlaşılmadığı gibi çoğu durumda da bunun için yeterli fon da sağlanmıyor. Oysa oyun vasıtasıyla öğrenmeye imkan tanıyan ilkokul öncesi eğitim, çocuklara daha fazla sosyal, bilişsel ve duygusal gelişim fırsatı sunarak, ileride kendi beceri setlerinde yapılması gereken değişikliklere daha kolay adapte olmalarını sağlıyor.
Çocuklara oyun ve öğrenme yoluyla erken yaşta ulaşmak, onların dersleri ezberlemek yerine düşünüp adapte olmayı öğrenmelerine yardımcı oluyor. Lancet tıp dergisinin 2016'da yayınladığı erken çocuklukta gelişim konulu dizi, "hayata iyi başlamanın, herkes için daha sürdürülebilir bir geleceği teminat altına almak demek olduğuna" dair, beyin biliminden ekonomiye birçok kanıt sunuyor. Buna rağmen, ilkokul öncesi eğitim, çoğu zaman bütçe kesintilerinde ilk, bütçe artışlarında ise son akla gelenlerden oluyor.
Küçük çaplı projeler çözüm değil
Her seviyede kaliteli eğitim için en önemli unsur, nitelikli öğretmenler. Bunu, kendi bireysel tecrübelerimizden ve en heyecan verici inovasyonların gerçekleştiği yerlerden biliyoruz. Öğretmenlerin yenilik yapma ve hem bireysel öğrencilerin ihtiyaçlarına hem de işverenlerin değişen ihtiyaçlarına adapte olma konusunda gereken eğitim, özgürlük ve desteğe sahip olduğu yerlerde muhteşem şeyler oluyor.
Bu eğitmenlere çoğu kez "asi" denmesinin en baştaki nedeni, onlardan yeterince bulunmaması. Öğretmenlerin hem konularında uzman, hem de birer rol model, koruyucu, danışman ve rehber olmaları giderek daha fazla talep edilmekle birlikte, dünya genelinde öğretmen maaşları düşük. Hatta en yoksul yerlerde aylarca maaş alamadıkları bile oluyor. Bugün 43'ten fazla ülkede 2030 yılı eğitim hedeflerine ulaşmak için yeterince öğretmen dahi yok; sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılabilmesi için 69 milyon civarında yeni öğretmen istihdam edilmesi gerekiyor.
Kimi ülkelerdeki iş kaybı yüzde 80'i bulabilecek. Dünya genelinde işverenlerin yüzde 40'ı zaten doğru becerilere sahip kişileri işe almakta zorlandıklarını belirtiyor. Dünyayı bu boyutta bir değişime nasıl hazırlayabileceğimizin yanıtı ise sınıf bazında yapılacak küçük çaplı inovasyonlarda yatmıyor. Çözüm, öğretmenlerin iyi eğitimli olduğu ve yüksek maaş aldığı, güçlü ulusal sistemler oluşturmaya öncelik veren, yeterli finansmana sahip bir sistem devrimi.
Ancak en nihayetinde erken yaşta eğitime başlamak da, daha fazla ve daha iyi desteklenen öğretmenlere olan ihtiyaç da dönüp dolaşıp daha çok yatırıma dayanıyor. Geçtiğimiz yıl bir raporyayınlayan eğitim alanında çalışan uluslararası sivil toplum kuruluşu Küresel Eğitim Fırsatlarının Finansmanına İlişkin Uluslararası Komisyon (Eğitim Komisyonu), 2030 itibarıyla dünya genelinde otomasyon nedeniyle yüzde 50, yani yaklaşık 2 milyar işe denk gelen bir istihdam kaybı yaşanacağına dikkat çekti ve buna karşılık olarak, her yıl eğitime ayrılan uluslararası finansmanın 44 milyar dolar arttırılması çağrısında bulundu.
Kimi ülkelerdeki iş kaybı yüzde 80'i bulabilecek. Dünya genelinde işverenlerin yüzde 40'ı zaten doğru becerilere sahip kişileri işe almakta zorlandıklarını belirtiyor. Dünyayı bu boyutta bir değişime nasıl hazırlayabileceğimizin yanıtı ise sınıf bazında yapılacak küçük çaplı inovasyonlarda yatmıyor. Çözüm, öğretmenlerin iyi eğitimli olduğu ve yüksek maaş aldığı, güçlü ulusal sistemler oluşturmaya öncelik veren, yeterli finansmana sahip bir sistem devrimi.
Eğitim bir insan hakkı, çünkü bireyler ve toplumlar hayatlarını kurmak için eğitime bel bağlıyor. Fakat daha da önemlisi, Eğitim Komisyonu'nun da açık bir şekilde ifade ettiği üzere, bu hakkın elde edilip edilmemesi konusunun küresel istikrar açısından ciddi sonuçları var. Eğitim sistemlerinin kalitesi ile geleceğin işlerine uygun olabilme kabiliyetimiz, yani 21. yüzyılda gerçek anlamda eğitimli olabilme kabiliyetimiz arasında doğrudan bir ilişki olmasının yanında, eğitime erişimde eşitlik ile çatışma riski arasında da doğrudan bir ilişki söz konusu.
Eğitimde eşitsizlik iki kat arttığında, çatışma ihtimali bundan daha çok artar. Yani sadece belli bir kesim için ve küçük çaplı gayret göstermek yeterli değil; herkes için ve büyük çaplı gayret göstermeliyiz.