Yazar: odakhaber

  • Binnur Kalkavan’ın annesi Nuyan Kalkavan hayatını kaybetti

    Binnur Kalkavan’ın annesi Nuyan Kalkavan hayatını kaybetti

    Tecrübeli oyuncu Billur Kalkavan sosyal medya hesabından annesi Nuyan Kalkavan’ı kaybettiğini açıkladı. Kalkavan’ın cenazesi bugün toprağa verilecek.

    Daha önceki bir röportajında çok güzel bir çocukluk yaşadığını, ve hiç kötü hatırası olmadığını ifade eden Billur Kalkavan duyduğu üzüntüyü şu sözlerle belirtti; “Bana ve kardeşim Rıza’ya can veren güzel annem bu sabah babamın yanına gitti. Tam 91 sene harika bir hayatı, nice şahane arkadaşı, müthiş anıları oldu. Bana göre dünyanın en iyi annesiydi. Ne mutlu bana ki bu yaşıma kadar seninle beraber olabildim. Senin kızın olduğum için de dünyanın en şanslı kızıyım. Babaya ve tüm dostlara selam söyle güzel annem. Nasıl olsa bir gün buluşacağız. Önemli not: Cenaze 27 Ekim çarşamba saat 12:00’de Zincirlikuyu mezarlığı camisinden kalkacaktır. Duası pandemiden dolayı özel olarak okutulacaktır.”

  • Kayseri’de PKK/YPG operasyonu! Kıskıvrak yakalandı

    Kayseri’de PKK/YPG operasyonu! Kıskıvrak yakalandı

    Kayseri’de terör örgütü PKK/YPG üyesi bir zanlı polis ekiplerinin operasyonuyla gözaltına alındı.

    Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı, Terörle Mücadele ve İstihbarat Şube Müdürlükleri tarafından PKK/KCK-PYD/YPG terör örgütünün çözülmesine dönük yapılan çalışmalar sonucunda, Suriye’de olduğu dönem içinde PKK/KCK Silahlı Terör Örgütü içerisinde silahlı olarak faaliyet yaptığı belirlenen Suriye asıllı A.E.’yi ele geçirmek amacıyla çalışma başlatıldı. Şüphelinin yakalanması ve kanıtların ele geçirilmesi için A.E.’nin Melikazi ilçesinde olan ev ve iş yerine operasyon yapıldı. Jandarma birimleri tarafından yapılan operasyonda şüpheli gözaltına alınırken, ev ve işyerlerinde gerçekleştirilen aramalarda çok sayıda dijital döküman yakalandı.

    A.E. gözaltına alınırken jandarmadaki işlemlerin devam ettiği bildirildi.

  • Nevra Serezli ve eşi Metin Serezli kimdir?

    Nevra Serezli ve eşi Metin Serezli kimdir?

    Türk sinemasının usta isimlerinden Nevra Serezli ve ailesi sosyal medyada gündem oldu. İşte Nevra Serezli ve ailesinin yaşam öyküsü. 

    Nevra Serezli, Türk oyuncu ve seslendirme sanatçısıdır. Kendisi gibi oyuncu olan Metin Serezli ile evlidir.

    ABD’DE TİYATRO EĞİTİMİ ALDI

    Amerikan Kız Koleji’nden mezun olmasının ardından ABD’de 1 sene LCC’de tiyatro eğitimi alan usta isim, 1966’da Dormen Tiyatrosunda “Cengiz Hanın Bisikleti” oyunuyla oyunculuk kariyerine başladı. 1967 yılında Ankara Sanat Tiyatrosunda, 1971-1978 seneleri arasında Altan Erbulak ve eşi Metin Serezli’yle beraber, 1984-1989 yılları arası Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda oynadı. 1990’da yeniden Dormen Tiyatrosunda görev yapmasının ardından, Tiyatro İstanbul topluluğuna katıldı.

    Bunun yanı sıra dublaj sanatçılığı da yaparak, televizyon reklamlarında oynayan Serezli, dizilerde de boy gösterdi. Türk televizyonlarının en bilinen dizilerinden biri olan Sihirli Annem’de 6 sezon (2003-2011) süresince Dudu karakterini oynamıştır. Nevra Serezli en son Kocan Kadar Konuş isimli sinema filminde Peyker Karakterini canlandırdı.

  • Beylikdüzü Ambarlı’da feci kaza! Çok sayıda işçi yaralandı

    Beylikdüzü Ambarlı’da feci kaza! Çok sayıda işçi yaralandı

    İstanbul’un Beylikdüzü ilçesinde sabah saatlerinde feci bir kaza meydana geldi. Kaza sonrasında olay yeri savaş alanına döndü.

    Sabah saatlerinde Yakuplu Ambarlı Liman Yolu’nda bir işçi servisi park halindeki tıra arkadan çarptı. 8 kişinin yaralandığı feci kaza sonrası yol trafiğe kapatıldı. Olay yerine çok sayıda ambulans sevk edilirken polis ekipleri olayla ilgili soruşturma başlattı.

  • 29 Ekim kaç gün tatil ve hangi yollar kapalı?

    29 Ekim kaç gün tatil ve hangi yollar kapalı?

    Cuma günü Türkiye, 98. kuruluş yıl dönümünü kutlayacak. Vatandaşlar koronavirüs gölgesinde Cumhuriyet’in kuruluşunu kutlamaya hazırlanırken, 29 Ekim’in kaç gün tatil olduğu konusu ise akıllarda yer ediyor.

    Bu yıl cuma gününe denk gelen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na artık çok az bir süre kaldı. Vatandaşlar bu önemli günün kaç gün tatil olduğu da merak ediyor. Cumhuriyet Bayramı daha önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da 1,5 gün tatil olacak. Yani bankalar ve kamu kurumları 28 Ekim Perşembe saat 13.00’ten sonra kapalı olacak. Hafta sonunun da eklenmesi ile kamu kurumları 3,5 gün boyunca kapalı kalacak.

    BAZI YOLLAR TRAFİĞE KAPALI OLACAK

    Kutlamalar nedeniyle her yıl olduğu gibi bu yıl da bazı yollar trafiğe kapalı olacak. İstanbul’un en önemli güzergahlarından birisi olan Vatan Caddesi bu yıl da trafiğe kapalı olacak. Trafiğe kapatılacak diğer yollar ise şu şekilde:

    “Vatan Caddesi giriş ve çıkışları; D-100 istikametinden Vatan Caddesi girişi, 10. Yıl Caddesi’nden Vatan Caddesi girişi, Edirnekapı’dan Vatan Caddesi girişi, Oğuzhan Caddesi’nden Vatan Caddesi girişi, Sofular Caddesi’nden Vatan Caddesi girişi, Halıcılar Caddesi’nden Vatan Caddesi girişi, Akdeniz Caddesi’nden Vatan Caddesi girişi, Akşemsettin Caddesi’nden Vatan Caddesi girişi, Ordu Caddesi ve Atatürk Bulvarı’ndan Vatan Caddesi girişleri, Keçeci Meydan Sokak’tan Vatan Caddesi girişi, O-3 Hal Yolu’ndan Vatan Caddesi’ne giriş ile Vatan Caddesi’ne çıkan tüm cadde ve sokaklar.”

  • Suriyelilerden tepki çeken ‘akım’

    Suriyelilerden tepki çeken ‘akım’

    Geçtiğimiz günlerde yapılan bir sokak röportajında vatandaşın muz yiyemediğini dile getirmesinin ardından sosyal medyada başlatılan bir akım tepkilere neden oldu. Suriyeli sığınmacıların başlattığı akım Türk vatandaşlarından yoğun tepki topladı.

    Röportajda ekonomik sıkıntılara dikkat çeken bir vatandaş muz alıp yiyemediğini dile getirirken Suriyelilere de değinerek “Onlar bizden daha rahat muz yiyebiliyor” ifadesini kullanmıştı. Bu sözlerin ardından çirkin bir akım başlatan bazı Suriyeli sığınmacılar muz yedikleri videoları sosyal medyada paylaştı.

    Videolar yoğun tepki çekerken toplumsal bir karışıklığa yol açmasından da endişe ediliyor.

  • “McKinsey” yeni sistemin hikayesine uymadı

    ‘Yeni Ekonomik Program’ kapsamında maliyetleri düşürmek ve gelirleri artırmak için kurulması öngörülen Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisi’nin çalışmaları için dünyanın önde gelen danışmanlık firması McKinsey ile anlaşma sağlanması tartışmaların odağına oturmuş, Meral Akşener’den Kemal Kılıçdaroğlu’na; ekonomi yazarı Uğur Gürses’ten, muhafazakar dindar mahallenin ağabeylerinden biri olarak kabul edilen Abdurrahman Dilipak’a kadar birçok kişi söz konusu ilişkiye olumsuz yaklaşmıştı. Kritik nokta, az önce de hatırlattığım gibi, itirazların sadece muhalefet cephesinden gelmemesi, AK Parti tabanının da kafasının karışmış olmasıydı. Düyunu Umumiye yakıştırmalarından, mandacılığa varana dek her negatif itham sıralandı. Buna rağmen korku dağları bekler fazında yaşayan kişiler dahi, konu aleyhinde sosyal medya paylaşımı yapmaktan geri durmadı.

    Derken, cumartesi günü öğlen sularında başka bir şey oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek gördüğünde diskur ve tavır değiştirmekten çekinmediğini bir kez daha gösterdi. McKinsey meselesini ‘bitirirken’ aynen şunları söyledi: “Geçen bütün bakan arkadaşlarıma söyledim, bunlardan fikri danışmanlık hizmeti de almayacaksınız dedim. Hiç gerek yok, biz bize yeteriz.”

    Doğruya doğru, McKinsey’den AB’ye ilk başvuru sürecinde, bankacılık ve özelleştirme alanında, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesindeki 8 bankanın satış stratejileri için; ayrıca TRT’nin yeniden yapılandırılması konusunda, daha önce de defalarca hizmet alımı yapıldı.

    Ama bu seferki farklıydı, ilk ilan ediliş anından itibaren bu kez kapsamın çok geniş olduğu hemen herkesin gözüne çarptı. FETÖ ve PKK ile mücadelenin gerçekleştiği, ülkeyi korumanın sadece fiziksel sınırları korumaktan ibaret olmadığının bilindiği, ‘devlet sırları’nın, devlet verilerinin güvenliği konusunun da ‘muhafaza’ya dahil olduğunun görüldüğü bir dönemde, ‘yapılandırma’ anlamına gelecek evsaflı bir ‘gözetim’ işinin ABD merkezli firmaya verilmesi pek tutarlı bir tutum gibi görünmüyordu. Zira, 16 Nisan referandumu sürecinde cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ‘daha yerli ve milli politikaları’ uygulamayı mümkün kılacağı vaadiyle yürütülen bir kampanya vardı ve bu kampanyanın hikayesi, ‘dış müdahalelere karşı korunaklı, bağımsız ve yerli bir devlet yapılanması’ kurmak için sistemin değişmesi gerektiğini vurguluyordu. McKinsey’in şartları ile yeni sistemin hikayesi arasındaki uyuşmazlık barizdi.

    Peki nasıl oldu da anlaşma bu safhaya kadar gelebildi? Asıl çizgi ‘Biz bize yeteriz’ ise eğer, neden ilan edildi ve niyet anlaşması aşamasına kadar gelindi?

    İlk akla gelen ‘Acaba Erdoğan yapılacak anlaşmanın detayları, McKinsey’in şartları hakkında yeterince bilgilendirilmedi mi?’ sorusu.

    İkinci akla gelen ise, Erdoğan’ın küresel piyasalar açısından güvenilirlik testi anlamını taşıyan ve dış yatırım çekmeyi kolaylaştıran projenin mümkünlüğüne aklının yatması ama muhalefetiyle muhafazakarıyla her kesimden gelen majör tepki nedeniyle politika değiştirmeyi tercih etmesi olasılığı. Agoranın nabzının küresel taleplerden üstün tutulması her zaman iyi bir şey olmayabilir, o ayrı bir tartışmanın konusu. Ancak Erdoğan yapılan politikaların, seçilen yolların ‘yerlilik ve millilik’ düsturuyla çatışma görüntüsü vermesinden mütevellit tansiyon yükselişini ‘belirleyici’ ve ‘yön tayin edici’ bir faktör olarak görmüş olabilir. Bu ihtimalde söylenilecek olan bellidir: Erdoğan, sokakla, halkın hassasiyetleri ile senkronize olmakta hiç zorluk çekmeyen bir siyasetçi olarak; yerel seçim öncesi AK Parti tabanında kafa karışıklığına sebep olabilecek bir karamsarlığı önlemiştir.

    BAHÇELİ’NİN ZOR GÜNÜ

    Her hâlükârda bu politika değişikliğinden en büyük zararı Devlet Bahçeli görmüş oldu. Çünkü hiç beklenmedik biçimde, McKinsey meselesini Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’tan bile daha çok savunmuş olan tek siyasetçi, milliyetçiliği tartışma götürmeyecek kadar kesif olan Devlet Bahçeli’ydi. Anlaşmanın tutarlı, gerekli ve meşru olduğunu ispat etmeye çalışan çok sayıda tweet attı.

    Anlaşmaya ilk itiraz eden siyasetçinin İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener olduğu düşünülürse, durumun vahameti daha net anlaşılır.

    Ancak elbette Bahçeli mazurdur. Yaptığı her doğru ve yanlış, özünde tek bir hedefe yönelik: İttifakı ayakta tutmak. Erdoğan’ın McKinsey işini rafa kaldırdığı konuşmanın içeriğinde ‘Devlet Bahçeli’ye özel olarak teşekkür etmesi de Bahçeli’nin düştüğü kırılgan durumu tamir ve telafi etmeye yönelik bir jestti. Ama nasıl derler, olan oldu bir kere.

  • Kendi yağımızla kavrulma dönemi neden gelecek yıl da sürecek?

    MF yayımladığı Küresel Ekonomik Görünüm raporunda büyümenin orta vadede süreceğini ama gelişmekte olan ekonomilerin sermaye hareketleri nedeniyle kırılganlıklar yaşayabileceğine dikkat çekti.

    – Bitişikte de yer verdiğimiz dünya ekonomisi için IMF’in orta vadeli baz senaryosunda gelecek yılın en dikkat çekici gelişmesi dolar Libor faizlerindeki yükselme oldu. Son dönemde ABD istihdam verilerinin güçlü gelmesi enflasyonun artacağına ve FED’in faiz artırımlarında hızlanacağına yorumlanıyor. Bu nedenle 2019’da FED’in 4 faiz artırımına daha gideceği tahmin ediliyor.

    – Buna paralel olarak da ABD 10 yıllık faizleri kritik seviye olan yüzde 3’ün üzerine attı. Dolar güçlendi. Gelişmekte olan ülkelerde sermaye çıkışlarına paralel para birimleri zayıfladı, faiz oranları yükseldi ve borsalar düştü.

    – IMF’in yıllık toplantıları nedeniyle yayımladığı ikinci rapor olan Finansal İstikrar Raporu’nda da yeni finansal kırılganlıkların ortaya çıktığı belirtildi. Kısa vadeli küresel risklerin, artan baskılar ve ticaret savaşı ile gelişmekte olan ekonomilerin üzerinde arttığı kaydedilen raporda “Her ne kadar bu riskler orta dereceli görülse de hızla yükselme olasılığı bulunuyor” denildi.

    – Finansal istikrara yönelik risklerin son 6 ayda daha da yükseldiğine dikkat çekilen raporda şunlar kaydedildi: “Bazı yükselen piyasa ekonomilerindeki finansal koşullar nisan ayından bu yana sıkılaştı. Bu sıkılaşma, ülkelere özel faktörler, kötüleşen dış finansman koşulları ve ticaret gerilimlerinden kaynaklandı. Sonuç itibarıyla, kısa vadeli finansal riskler nispeten artarken, orta vadeli riskler yüksek borç seviyeleri ve varlık fiyatlandırmalarından kaynaklanan  kırılganlıklarla yüksek seyretmeye devam etti.”

    – Gelişmiş ülkelerdeki finansal koşulların mevcut durumda öngörülenden daha hızlı sıkılaşmasının da riskleri artıracağına değinildi. Bu durumun riskten kaçınma eğilimini güçlendirerek ilave sermaye çıkışlarına yol açabileceği belirtildi. Arjantin, Türkiye ve pek çok Asya ülkesinin yabancı yatırımcı güveni anlamında ani gelişen risk altında olduğu ifade edildi.

    – FED’in faiz artırımlarının devam edecek olması, Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artırımına başlaması eklenecek. Küresel likidite azalmaya, paranın maliyeti yükselmeye devam edecek. Buna paralel ABD dışı borçlanmaların temel maliyetini oluşturan Libor oranlarında IMF de artış bekliyor.

    – Sermaye çıkışlarının tahmin edilmesi de küresel konjonktürün aleyhimizde olmaya devam edeceğine işaret. Dış kaynak ihtiyacımız ise yüksek. Cari açığımızı düşürsek bile dış borç ödemeleri var. Toplu kaynak alma seçeneği ise yok. Çünkü IMF devre dışı.

    – Geriye kendi tasarruflarımız, yani ekonominin çarklarını çevirmede yerli ve milli kaynaklarımız kalıyor. TL ile kazanmaya, TL ile tasarruf etmeye, bu tasarrufları da TL üzerinden artırmaya mecburuz. Tam bir kendi yağımızla kavrulma dönemine girdik ve bu süreç uzun bir süre de devam da edebilir.  Küresel konjonktür yanında, jeopolitik risklere ve yapısal önlemleri almamıza bağlı.  

  • Eğitim kaldırım taşı döşemeye benzemez Abbas Bey!

    Bir okurum yazmış… “Ne oldu Sevilay… Adını açıkladığın ilk dakikadan itibaren allayıp pulladığın, yere göğe sığdıramadığın Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’la ilgili hala aynı görüşlere sahip misin?” demiş ve sonra da medyada eğitim denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Abbas Güçlü’nün bu konuyla alakalı yazdığı bir yazının linki yollamış.

    Esasında gözüme ilişmişti internette dolaşırken Güçlü’nün, “Bakan Selçuk, akıl vermeyi çok sever. Bir akademisyenden de zaten daha fazlası beklenmez. Ama o artık bir Milli Eğitim Bakanı ve ‘Yerim dar oynayamıyorum’ deme lüksü yok. İşte o yüzden, bir an önce Bakan olduğunu hatırlamalı ki, kangrene dönüşen sorunlar bir an çözülsün. Yoksa lafla peynir gemisi yürümüyor!..” ifadeleriyle Ziya Selçuk’u eleştirdiği o yazısı. Ama açıkçası çok önemsememiştim.

    Çünkü Abbas Bey kendisini eğitim dünyasının, “Ali kıran baş keseni” gördüğü için bunu hep yapar. Eleştirmek adettendir artık onun açısından.

    Ancak şöyle bir şey var… Tamam ben yazdıklarını önemsemiyorum da, onun her söylediğini ‘tartışılması dahi mümkün olmayan bir doğru’ kabul eden bazı veliler ve eğitimciler etkileniyor.

    Bunun böyle olduğunu da sosyal medyada, “Ziya Selçuk” adını yazıp da arama yaptığımda, göreve ilk geldiğinde yazılanlarla, 2 ay sonrasında yazılanları kıyaslayınca gördüm.

    Bakan Selçuk’a güven sarsılmış, hatta bazıları için sıfırlanmış.

    Bunun o da farkında ki geçtiğimiz hafta katıldığı bir TV programında açık açık ifade etmiş şu sözlerle: “İki ay bir haftadır görevdeyim henüz ama birçok kişi icraat bekliyor, ‘Bir şey yapması lazım artık Ziya Hoca’nın’ diyorlar. Sosyal medyada özellikle bunu fark ediyorum. Ben bir bilim insanıyım ve veriyi görmeden bir planlama yapmam. Yani sahayı görmem lazım ve bütün sistemi kabaca bir analiz etmemiz lazım arkadaşlarla. Bunu yapmadan, akşam düşündüm, sabah şunu yapayım meselesi değil bu. Onun için 15 Ekim’e kadar biraz sabretsin insanlar. Neyi planladığımızı, ne yapmak istediğimizi çok daha net olarak ifade etme fırsatımız olacak. Ben bilerek hemen acil icraatlara geçmemeyi tercih ediyorum!”

    Herkesten, hepinizden özellikle de hakkında yazılan olumsuz betimlemeler dolayısıyla Sayın Selçuk’la ilgili şüpheye düşen velilerden rica ediyorum…

    Lütfen dikkatle okuyunuz hocanın söylediklerini.

    Abbas Güçlü veya alanı eğitim olan diğer gazeteci arkadaşlar ne düşünürse düşünsünler takılmayın. Sonuçta şu gerçeğin farkında olup ona göre yorumlamamız lazım meseleyi; Ziya Selçuk hepi topu 2 ay önce geldi bakanlığa ve biliyor ki darmadağınık bir sistem teslim aldı. Hep dedik, “Eğitim alanımız çok sorunlu” diye. Ve bu alanda yapmayı düşündüğünüz, istediğiniz değişimler belediyede olduğu gibi olmuyor. Kaldırım taşı döşemeye benzemez eğitim. Sabır ve emek ister. Üzerinde kafa yorulup doğru stratejiler belirlenmesi gereken bir alandır. O nedenle fırsat vermek lazım Ziya Hoca’ya. Ona inanarak bekleyip sonucu görmek lazım!”

    Son olarak şu önemli anekdotu da ekleyip öyle bitirmek istiyorum yazımı.

    Bakan Selçuk’u çok yakından tanıyan, bizzat onunla çalışmış, benim için çok ama çok kıymetli bir başka eğitimciyle dün yazıya başlamadan önce konuştum. Niyetim onun ne düşündüğünü de öğrenmekti. Baktım ki hiç farklı düşünmüyoruz ve bu beni çok mutlu etti.

    Bu arada da şöyle bir ayrıntı aldım.

    “Öğrenciler öğretmenden öğrendiği kadar öğretmen için öğrenir” sözünü sık sık tekrarlayan Ziya Selçuk’un en büyük zaafı öğretmenler. İlk yapmaya çalıştığı şey öğretmeni yakalamaya çalışmak oldu.

    Çok da doğru yaptı çünkü mesleği ile duygu bağı olmayan, ders tahtasını ve öğrencilerini sevmeyen öğretmenlere rağmen eğitimde istenilen değişimi yapmak imkansız.

    Bu yüzden de hani eskiden ortaokuldan sonra gidilen öğretmen okulları var ya! Onların geri dönüşünü arzu ediyormuş Ziya Hoca.

    Bence şahane fikir! Çünkü gerçekten o okulların tedrisatından geçmiş öğretmenlerin öğrencisiyle, velisiyle kurduğu bağ nedense bambaşka olurdu.

    ***

    Sayın Bakan bir talimat da THY için lütfen!

    Bunca yıllık gazeteciyim… Ve herhalde mesleğe başladığımdan bu yana onlarca kez haberini yapmışımdır güzide ve milli gururumuz Türk Hava Yolları’nın… Ve her yazdığımda da mutlaka yazdıklarımla ilgili kurumun yetkililerinden geri dönüş almışımdır.

    Ancak son dönemde öyle bir yönetim var ki işin başında… Ne yazarsan yaz dönüş filan yapılmıyor.

    Hatta bırakın dönüş yapmalarını filan görüş almak için kendim arıyorum ona bile cevap verilmiyor. Bırakın cevabı geri aranıp da; “Ne vardı?” denilmiyor.

    Dün Ulaştırma Bakanlığı’nın Yeni Havalimanı’nda çalışan işçilerin iş bırakma eylemleri ve devamında yaşananlarla ilgili açıklamasını okuyunca aklıma geldi bunu yazmak.

    Tebrik ediyorum kendilerini… Ne denilirse denilsin, işçilerin eylem yapmalarıyla ilgili hangi senaryolar çizilirse çizilsin bunlara aldırış etmeyip, havalimanı inşaatını yapan İGA’ nın bünyesindeki beş yüze yakın taşeron firmaya, “Varsa işçilerin sorunları, derhal çözün” talimatı vermişler.

    Bu harika bir hareket ve naçizane kendilerinden böyle bir hareketi bir de THY için yapmalarını isteyeceğim.

    (Mümkünse tabii… İmkanı varsa)

    Bilindiği gibi, başta Türkiye tekstil sektörünün öncü kurum ve kuruluşlarının başkanları, üyelerine olmak üzere günledir THY’nin İtalyanlara tasarlattıkları yeni üniforma ile ilgili çok sert eleştiriler yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor.

    Aralarında benim de olduğum birçok gazeteci ve Türkiye’nin dünya markası olmuş modacıları dahil buna.

    Ancak sanki THY bu ülkede değil, başka ülkenin hava yolu şirketi filan… Hadi biz gazetecileri geçiniz… Dünyaya kafa tutan en iddialı sektörümüzün duayenlerinin yeni üniformaların neden bir İtalyan’a tasarlattıklarını, neden kullanılan mankenlerin tamamının yabancı olduğu, hatta çekilen fotoğraflar için neden bir İngiliz’in tercih edildiğine dair sorularına karşılık açıklama yapma gereği duymadı.

    Dedim ya baştan… Ben bunca yıllık gazeteciyim böyle kayıtsızlık THY’de ilk defa görüyorum.

    Bu yüzden de kusura bakmasınlar ama; “Siz istediğinizi deyin, biz bildiğimizi okuruz” havasında olan THY’yi kınıyorum. 

  • Yüz yüze bakmanın önemi

    Birkaç gündür İstanbul’dayım.

    Bana adeta ikinci bir şahsiyet haline gelmiş olan doğal çalışma ortamımdan uzaktayım.

    Washington’dan ayrılmadan önce öğrendiklerimin önemli bölümünü yazdım.

    Bir tanesi var, onu çalışma ortamıma dönmeden yazmayacağım.

    Çünkü bu zorunlu ara vesilesiyle bir şeyi de iyi öğrendim.

    Washington gibi anlatılanların nüanslarının çok önemli olduğu, size her konuşanın da farklı bir oyun planı ve niyeti olduğu, aldatmaların tuzakların pek bol olduğu, çalışma ortamlarında konuşan insanın yüzüne bakmanın ne kadar da önemli olduğunu daha iyi anladım.

    KIDEM VE TECRÜBE

    O ortama yılların emeğini verdiğimden, Washington’un şu anda en kıdemli ve tecrübeli yazarları arasında yer aldığımdan, Washington’a özgü tuzaklara pek düşmediğimi düşünüyorum.

    Size kouşanın vücut dilini ve yüz ifdelerini mutlaka görmeniz gerekiyor Washington’da.

    Bir müstehzi gülüş bile anlatılanın aslında tamamen tersini düşünmeniz gerektiğini söyleyebiliyor size.

    Üstelik konuşanların önemli bölümünün istihbarat çevreleri ile yakın bağlantıları olduğunu da bildiğimden o ortamda sağlam durabimek için dikkati maksimum düzeyde tutmak gerekiyor hep.

    İstanbul’dan kendimi zorlasam yazabilirim tabii ki. Ancak benim şu durumumda bunun yanlış olacağına karar verdim.

    Türkiye’nin gündemine ortasından dalmak doğru değil. Bana yeni, orijinal gelenin size de öyle geleceğinin hiç garantisi yok.

    BİRKAÇ GÜN SONRA 

    Bu nedenle birkaç gün yazmayı durduracağım ve ilk yazımı Washington’a döner dönmez yazmayı planlıyorum.

    Önemli olabilecek bir gelişme var Washington’da, bunu oradan ayrılmadan önce  fark etmiş ve nedeninin de ipucunu almıştım.

    Döndükten sonraki ilk yazmın bu konu olacağına eminim. Bunu olması için elimdeki ipucunun olgunlaşması gerekiyor, bu ancak yüzlere baktıktan sonra olabilecek.

    Bir süre sonra, inşallah görüşmek üzere.