Yazar: odakhaber

  • Enflasyon ile topyekün mücadele

    Eylül ayı Tüketici Fiyatları Enflasyonu yüzde 24.5’i bulup yıl sonu enflasyonu için yüzde 30’lar telaffuz edilmeye başlayınca, enflasyon bir anda herkesin 1 numaralı gündemi  oldu.

    Aslında biz bu sorunu çok uzun zamandır yaşıyoruz. Şahsen  bu köşede defalarca  “Dünyada en yüksek enflasyonu olan ilk 10 ülke arasındayız” mealinde yorumlar yaptığımı hem de bu yazıları enflasyonumuz yüzde 10-12 bandındayken yaptığı hatırlıyorum. Yine o dönemlerde bir çok önemli ismin “Enflasyonla mücadele Merkez Bankası’nın işi olabilir. Ancak kamu bütün imkanlarıyla katılmazsa bir sonuç alamayız” uyarıları kulak ediliyordu.

    Merkez Bankası’nın faiz artırdığı günün ertesinde “emeklilere 2 maaş prim” açıklaması, yıl sonuna doğru bütçe açığında hedefin tutmayacağı anlaşılınca alkol ve tütün başta olmak üzere kamunun fiyatını belirlediği ürünlere yapılan şok zamlar, bu ülkede çok sık gördüğümüz enstantanelerdi.

    Geç oldu güç olmasın…

    Yazının başında bahsettiğim gibi enflasyon artık bu ülkenin “1 numaralı” sorunu olduğu artık herkesin malumu.

    Bu sebeple de dün başlatılan “Enflasyon ille TopYekün Mücadale” kampanyasını bazı rezervlerimi koymak şartıyla önemsiyorum.

    Önce kampanyanın artılarından bahsedeyim..

    Tarım, sanayi, aile ve sosyal hizmetler bakanlarının da sırasıyla sahneye çıkıp bu kampanyaya dahil olduklarını ifade etmeleri  “Topyekün Mücadele“  iddiasını kuvvetlendiriyor.

    Reel sektör temsilcilerinin perakendeden hazır giyime, bankacılık sektöründen imalat sanayine kadar geniş bir yelpazede TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB gibi ülkenin önde gelen STK’larının çatısı altında kampanyaya destek vermesi, etkisinin yüksek olacağı izlenimini veriyor.

    Kampanyaya katılan şirketlerin, ürünlerine minimum yüzde 10 indirim yaparak raflara “Enflasyonla topyekün mücadele” logosu ile çıkacak olması, kamuoyunda son zamanda oluşan “Haklı haksız herkes zam yapıyor. Fiyatlar fahiş artıyor” algısının zayıflamasına yol açacaktır.

    Kamu fiyatını kendisin belirlediği ; elektrik, doğalgaz, vs gibi ürünlerde küresel piyasalarda olağan dışı fiyat hareketleri olmazsa zam yapmayacağın açıklaması en azından önümüzdeki 3 ay için bir öngörülebilirlik veriyor.

    Şimdi gelelim çekincelerime…

    Tahmin ediyorum ki bu kampanya, eğer bir hamle yapılmazsa yıl sonunda yüzde 30’lara çıkması muhtemel Tüketici Fiyatları enflasyonu en azından kısa süreli bir şok hamle ile dizginleme amacını barındırıyor. Yani amaç bugünü kurtarmak!

    Bu sebeple de işin “Enflasyonun maliyet unsuru yaratan sebepleri yerine  fiyatlar üzerinden indirim“ kısmına yüklenilmiş.

    Bu hamleyi  ”hasarın  çerçevesini” sabitleyebilmek ve kamudaki enflasyonla mücadelede kararlılığı gösterebilmek  adına makul görüyorum.

    Ancak hepimiz biliyoruz ki enflasyonun bu noktaya gelmesinin sebepleri  döviz kuruna bağlı üretim maliyetleri, büyük kısmı ithal olan yoğun enerji kullanımlı üretim hattımız, tarım ve gıda ürünlerindeki verimsiz üretim ve aracıların fiyat belirlediği mekanizmalar geliyor.

    Enflasyona Topyekün Mücadele başlıklı yapılacak 2. Büyük zirvede bu sorunlara direkt dokunan projeler görmeyi umuyorum.

  • Yediğimiz içtiğimiz ne kadar yerli?

    Yerli ürüne yerli logo uygulaması doğru ve yerinde bir karar ama bu konuda da geç kaldığımızın bilinmesi lazım. Marketlerde ciddi bir etiket karmaşası söz konusu. Sadece yerlilikle ilgili değil. Zira ihraç ettiğimiz ürünlerin neredeyse %70 ithal kaynaklı olunca, iç piyasaya sürülen malların ne kadarının ithal olduğunu vatandaş anlamakta zorlanıyor. Hatta işin içinden çıkamıyor.

    Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan oldukça önemli bir konuya temas edip, karar almış. Etiketlerde yeni dönem başlayacak. ‘Yerli Üretim Logosu’nuürünlerde gördüğümüzde onun yerli olduğuna kanaat getirip, tüketeceğiz. Umarım denetimleri iyi yapılır. Uymayanlar ciddi müeyyideler uygulanır ve bir netice alınır. Çünkü ülkemizde çok hızlı şekilde kararlar alınıyor, yasalar çıkarılıyor. Hatta o kadar hızlı oluyor ki, işin taraflarının, paydaşlarının bile haberleri olmuyor. Bu konunun da nasıl bir seyir izleyeceğini açıkçası çok merak ediyorum. Mesela bir ürününün ne kadarı yerli olursa, o yerli sayılacak? Tarım ürünlerinin takibi nasıl yapılacak?

    Ticaret Bakanı Pekcan, tüketicinin raflardaki ürünlerle ilgili şikayetlerini dikkate alarak etiketlerde yeni dönem başlattıklarını açıklamış. Fakat ‘Yerli Üretim Logosu’ ile birlikte ürün içerikleri de dikkate alınarak; raf ömrü kısa olanlardan, uzunlara, gramajdan, katkı maddesine, koruyucu kimyasallar içerenlerden, doğal diye sunulanlara, katkı maddesi yok denenlerden, bol olanlara kadar tüm ürünlerde etiketlere yönelik detaylı düzenlemeler yapılması g-e-r-e-k-i-y-o-r.

    YERLİ TÜKETİCİYE KANUN DA LAZIM!

    Ülkemizin “Tüketici Kanunu” ciddi anlamda sorunlu. Tüketiciyi değil üreticiyi koruyor. Yabancı şirketler bile bu duruma hemen ayak uydurmuş durumda. Ticaret Bakanı Pekcan da bu konuları iyi bilen bir isim olduğuna göre şu yasaya da el atması gerektiğini düşünüyorum.

    Ben somut örneklerle bu yasada tuhaflıklar olduğunudefalarca yazdım. Mevcut yasa tüketiciyi değil, iş dünyasını koruyor. Hatta iş aleminde de kargaşaya sebep oluyor. Doğru dürüst iş yapanlar da bu yasa sebebiyle mağdur olabiliyor. Zira yasanın özünde, müşteri memnuniyeti,rekabet, hizmet çeşitliliği ve kalite yok.

    Mesela Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Kasım 2017’deki yazıma verdiği cevapta, “9 ayda 440 bin tüketici şikâyeti” olduğuna dikkat çekmişti. İşin tuhaf yanı ise şikayet sayısı yıllar geçtikçe artıyor. Çünkü yasanın caydırıcı gücü söz konusu değil. Şikayetçi sayısının artması sorunlu üreticileri endişelendirmiyor. Aynı konuda binlerce şikayet olsa bile bir yaptırım yok. Dolayısıyla “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun” değişmeden bir şeyin değişmesi mümkün görünmüyor.

    Sadece Tüketici Hakem Heyetleri’nin yeniden yapılandırılması, sayısının artırılmasıyla da olacak gibi değil. Çünkü, tüketiciyi aldatan, mağdur eden ve haklarını çiğneyenler için maalesef etkili olacak kanun ve müeyyide yok. Aynı konuda yüzlerce şikâyet olmasına rağmen, ilgili kurumlar devreye girmiyor, giremiyor. Sadece şikayet eden vatandaşlar uzun bir zaman uğraşıyor, yarım yamalak hakkını almaya çalışıyor.

    Bozuk bir ürün için 6-7 ay para bağlayıp, onu kullanmadan beklemek, 7 ay sonra da“Tüketici Hakem Heyeti’nin kararıyla ilgili şirketin pardon haklıymışsınız. Buyurun yeni ürününüz veya paranız”demesi adil olabilir mi? Bu durum dayanıklı tüketim malları için geçerli. Raf ömrü sınırlı olanları ise çok daha farklı boyutlarda ele almak gerekiyor.

    Bakan Pekcan’ın bu hususa da acilen el atması gerektiğini düşünüyorum. ‘Yerli Üretim Logosu’nu takip eden bir de yerli tüketiciyi koruyan iyi bir yasa şart!

    * * *

    SAVUNMADAKİ BAŞARILAR İDLİB’E NASIL YANSIDI?

    Bu senin başında, ocak ayında ‘Afrin ile Türkiye neler öğrenecek?’ başlığının altında ‘Afrin Operasyonu’ başlamadan bazı tespit ve tahminlerimi yazdım. Görüşlerime katılanlar olduğu gibi acaba diyenlerde oldu.

    Fırat Kalkanı ile Türkiye’ye bölgesinde özgüvenini olan bir ülke pozisyonuna ulaşmıştı. Üstelik silah, mühimmat eksiklikleri yaşandı. Müttefik ülkelerden bunların temini yapılamadı. Vermediler. Engellemeler, ambargolar oldu.

    Afrin Operasyonu” bu deneyimlerle başladı. ‘Fırat Kalkanı’nın çok daha ötesine geçen, ciddi tecrübe kazandığımız operasyon oldu. Ben de böyle olacağına değinmiştim. Üstelik başarısız olsak bile çok önemli kazanımlar elde edeceğimizi tarihe not düştüm. Hem başardık, hem ufkumuz açıldı. İblib’deki diplomasi başarısının arkasında, şüphesiz Türkiye’nin sahada elde ettiği bu iki başarının etkisi var. Ama her şeyin arkasında savunmasa sanayindeki son yıllarda yaptığımız atılımlar, insansız hava araçlarında (İHA) yazılan başarı hikayeleri var.

    * * *

    AFRİN’DEN ÖNCE AFRİN’DEN SONRA

    ‘Türkiye, Afrin sonrası öğrendikleriyle başka bir Türkiye olacaktır.’  Notuyla aşağıdaki tahminlerimi yazmıştım. Yorumu da siz yapın;

     – Sahada yaşananlar karşısında dışarıdaki gerçek dost ve düşmanlarını, içeride ise kimden nasıl sesler çıktığını veya çıkabileceğini öğrenmiş olacak,

     –  Amerika’dan veya başka ülkeden temin edilen her türlü savunma ürününün en lazım olduğu dönemde kullanımları için masa başında, ince hesaplar yapılmadan atılan imzaların ne gibi sıkıntılara sebep olduğunu her iki operasyonda da yaşayarak öğrenecek,

     – Özellikle savunma sanayinde basit işbirlikleriyle değil, nitelikli katılımlarla, yüzde bilmem kaç yerlilik oranlarıyla değil,  özgün ve milli tasarımlarla başarılı olabileceğini de öğrenecek,

     – Amerika ile nasıl ilişki kurması gerektiğini, ne kadar güvenebileceğini, büyük ülkelerle dost olunmayacağıyla, an müttefikliğinin dereceleri olduğunu öğrenecek,

     -Komşumuz İran’a en sıkışık olduğu dönemde Türkiye destek olurken, onların aleyhimize olan her fırsatı nasıl kullanıldıklarını ve ülkeler arası ilişkilerde de din kardeşliğinin bir anlamı olmadığını öğrenecek,

     – Savunma sanayinde doğru model ve yüksek teknolojiyle ama rekabetçi bir yapıyla üretime geçmenin gerekliliğini, savunmanın diğer sanayi kollarına ve sektörlere etkisini ve katkısını da öğrenecek,

     – Şu ana kadar yapılan yol ve inşaatlardan savunma sanayi yatırımlarının çok daha önemli ve öncelikli olduğunu, istihdama, katma değere, hasılı hayatın her alanına dokunan katkılarıyla Türkiye için olmazsa olmaz olduğunu öğrenecek,

     -Bölgesinde savunma sanayisiyle güçlü bir ülkenin daha fazla yabancı yatırım çekebileceğini, daha fazla nitelikle turist ağırlayabileceğini, ekonomisinin daha kaliteli büyütebileceğini ve her alanda, tarihi bağlarıyla birlikte daha ağır bir ülke olacağını öğrenecek…

  • Amerika’nın Ortadoğu stratejik işbirliği manevraları

    Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo İran’a karşı bölgede bir koalisyon oluşturabilmek için Körfez Ülkeleri temsilcileri ile Birleşmiş Milletler’de temaslar yapıyor.
    Buna paralel olarak Suudi Prens Muhammed bin Salman’ın Kuveyt’e yaptığı ziyaret de Washington’da yakından izleniyor.
    Kuveyt bir süredir Katar ile yaşanmakta olan krizin çözümü için uğraşıyor. Suudi Arabistan, kendi 13 maddelik koşulları kabul edilmezse soruna farklı çözüm bulunmasına karşı olduğunu her fırsata Washington’a iletiyor.

    BİZ BEKLERİZ

    Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Council on Foreign Relations kuruluşunda yaptığı konuşmada bunu açıkça ifade etti ve “Beklemeye sabrımız var, gerekirse 50 yıl bile bekleyebiliriz” dedi.
    ABD ise İran konusunda aceleci çünkü İsrail durmadan bastırıyor. 
    Netanyahu, İran’ın gizli bir atom bombası yapım merkezi olduğunu, açık adresiyle birlikte, söyleyince  Amerika üzerindeki İran’a karşı hareket etmesi baskısı daha da arttı.
    ABD, Körfez Ülkeleri teşkilatı dışında Ürdün ve Mısır’la da çalışıp onları da İran’a karşı koalisyonun içine aktif biçimde dahil etmeye çslışıyor. İsrail zaten Mısır’la Akdeniz’deki doğalgaz kaynakları konusunda ABD’nin de aktif desteğiyle işbirliği içinde. 

    ORTADOĞU STRATEJİK İŞBİRLİĞİ

    Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert Amerika’nın bölgede yeni bir Ortadoğu stratejik işbirliği oluşturmak çalışması içinde bulunduğunu açıkladı.
    Bunun İsrail ve Suudi Araistan’ın çıkarlarını kolayacak bir stratejik ortaklık olacağı biliniyor.Amerika, bu girişme Türkiye’nin tepkisinin nasıl olacağını şu anda açıkça göremiyor ama Türkiye’nin bu gelişmeden fazla hoşlanmyacağı da tahmin ediliyor.
    Anlayacağınız bölgemizin yakında huzura kavuşması bu atılan adımlar nedeniyle pek mümkün gözükmüyor.

  • Yeni havalimanında THY’nin ilk uçuş fiyatları

    İstanbul Yeni Havalimanı’nın 29 Ekim yapılacak açılışına günler kaldığı için Türk Hava Yollarının (THY) yeni meydandan ilk uçuşlarını nasıl gerçekleştireceği merak ediliyor. Resmi açılış, yurtdışından gelecek olan büyük bir davetli topluluğu eşliğinde yapılacak. Açılışı törenini Cumhurbaşkanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve havalimanının işletmeci kuruluşu İstanbul Grand Airport (İGA) organize ediyor.

    Törene yurtdışında katılacak resmi davetliler arasında Eurocontrol, ICAO gibi dünya havacılık otoriteleri, havayollarının yöneticileri, ulaştırma bakanları ve devlet başkanları yer alacak. Şu ana kadar ciddi anlamda davet icabet edip, katılacağını bildirenler olmuş. Yurtdışından her düzeyde katılımın yoğun olacağı ve bunun da özellikle yeni havalimanının çok merak edilmesinden kaynaklandığını öğrendim.

    Yeni havalimanı, büyük bir törenle 29 Ekim’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ev sahipliğinde açılacak. 30 Ekim’de ise tören sonrası düzenlemeler, temizlik ve ilk uçuş için hazırlıklar yapılacak. 31 Ekim’de THY ilk uçuşlarını Ankara ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Ercan Havalimanı’na gerçekleştirecek.

    Her gün 5 gidiş ge geliş 
    THY, büyük göçü gerçekleştireceği 30-31 Aralık’a kadar olan 2 aylık dönemdeki ticari test amaçlı düzenli uçuşlarına ise 1 Kasım’da başlayacak. Daha önce 2 ayda toplam 30 uçuş yapılması planladığını yazmıştım. Yeni düzenlemeye göre THY, 1 Kasım’dan başlamak üzere günde 5 kalkış, 5’te iniş olacak şekilde uçuş planı yaptı. Her gün İstanbul Yeni Havalimanı’ndan 5 noktaya, yurtiçinde Ankara, Antalya, İzmir ve yurtdışında ise Bakü ile Ercan’a gidiş-dönüş uçuşlar yapılacak. 2 aylık dönemdeki kampanyalı ücretlerde şöyle olacak; Ankara, Antalya ve İzmir tek yön 59 TL , Ercan’a tek yön 179 TL, Bakü’ye gidiş-dönüş 99 ABD dolar olacak.

    İlk uçuş 11.10’da Ankara’ya
    Yeni havalimanında gerçekleştirilecek uçuş takvimi de belli oldu. Buna göre 31 Ekim’de ilk uçuş Ankara’ya 11.10’de yapılacak. Ankara Esenboğa’dan İHY’ye dönüş uçuşu da 13.30’da gerçekleşecek. Aynı gün ikinci uçuş KKTC Ercan Havalimanı’na 17.30’da yapılacak. 2 aylık düzenli uçuşlar ise şöyle gerçekleşecek; Her gün İYH’den Ankara 11.10 gidiş, 13.30 dönüş. Antalya’dan İYH’ye 11.00’de geliş, 13.40’ta dönüş. İYH’den İzmir’e ilk uçuş 1 Kasım’da15.55’te yapılacak dönüşü ertesi gün 08.35 olacak. Sonraki günler bu saatlerde uçuşlar yapılacak. 31 Ekim’de başlayacak İYH-Ercan uçuşları da 17.30 gidiş, ertesi gün 05.35 dönüş şeklinde olacak. 1 Kasım’da başlayacak İYH-Bakü seferleri de 15.55 gidiş, ertesi gün 08.35 Bakü’den dönüş şeklinde gerçekleştirilecek. 

    Yeni havalimanından şehir merkezine karayoluyla ulaşım İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kontrolünde olacak. Daha önce ilk ihale iptal edilip, ikincisine çıkıldığında, tek ulaşım kaynağı olan karayolunda geç yapılan ihale sebebiyle sorunlar olabileceği tartışılmıştı. İETT tarafından yapılan 3. Havalimanı Toplu Ulaşım İhalesi‘ni ikincisinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin şirketi Otobüs A.Ş kazandığı için ulaşım hizmetini aynı şirketin 29 Ekim’de başlaması bekleniyor. Bir aksaklık olmaması için de İstanbul Büyükşehir Belediyesi her hâlükârda devrede olacak.

    Açılışından itibaren İstanbul Yeni Havalimanı‘nın yolcuda yaklaşık yüzde 75’in üzerine çıkan pay Türk Hava Yolları‘nın olacağı belirtiliyor. THY’den aldığım bilgiler bu yönde. Ayrıca yeni havalimanına THY’nin büyük taşınmasının ertelenmesi sebebiyle, iki havalimanından uçuş yapılacağı için İstanbul Yeni Havalimanı 31 Aralık tarihine kadar “ISL” kodunu kullanacak. Taşınma sonrasında ise “IST” kodunu kullanmaya başlayacak. Dolayısıyla THY’nin satışa çıkaracağı İYH uçuşlu biletlerde “ISL” kodu yer alacak.

    Hasılı kelam; Türk Hava Yolları’nın kampanyalı fiyatlarıyla dünyanın merak ettiği yeni havalimanını hem karadan, hem de havadan görme imkanı var. Günde 5 kalkış, 5 de geliş olacağı için meydanda yoğunlukta yaşanmayacak. Gezip, dolaşma imkanı olacak. Bu fırsatları değerlendirmek isteyenlerin dikkatine…

  • Ciğ mi pişmiş mi?

    Çiğ mi, pişmiş mi? sorusunun yanıtı gıdaya ve ihtiyaca göre değişiyor. İşte bazı örnekler: 
    Havucu çiğ mi yoksa pişmiş mi yemeli? Çiğin kilo yapma ihtimali az. C vitamini miktarı daha yüksek. Pişmişi ise daha lezzetli ve Beta karoteni daha çok emiliyor. Ama glisemik yükü arttığı için çiğinden daha fazla kilo yapabiliyor.
    Ispanağa gelince: Ispanağın pişmişi daha lezzetli. Hele yumurtalı ıspanak sahanda pişince harika oluyor. Ne var ki pişmiş ıspanağın içindeki C vitamini minerallerinin çoğu, ama en üzücüsü Koenzim Q10’u mahvoluyor. 
    Benzer durum hemen hemen her sebzede var. Peki yok mu çaresi? Var! Hem de çok kolay! Bazen pişmişi, bazen çiği tercih edilecek. 
    Domateste ise durum biraz farklı: Çiği yenecekse suyu tercih edilecek.
    Mümkünse de çiği yerine azıcık pişmişi tüketilecek. Nedeni pişirmenin, domatesteki likopeni serbestleştirmesi. Daha çok fayda için de üzerine azıcık zeytinyağı ekleniverecek.

    METFORMiN HAPLARI ZAYIFLATIR MI?

    Kilo almanızın nedeni insülin direnci ise çözüm için metformin içeren haplardan faydalanabilirsiniz. Ama bu seçenek sadece doktor izni ile ve onun yaptığı tedavi planına göre değerlendirilebilir. Doğru beslenme ve egzersiz ise asla ihmal edilmez, edilemez. İnsülin direnci ile savaşa 100 puan verirsek eğer, bunun… 
    – 50 puanı Gİ diyeti ile beslenmeden
    – 40 puanı düzenli ve tempolu günlük yürüyüşlerden 
    – 10 puanı ise ilaçla, yani metforminle bu ikiliyi desteklemekten geçer.
    Kısacası, sadece metformin hapı yutmanız işe yaramaz.

    ADET ÖNCESi AĞRILARIMI NASIL AZALTABiLiRiM?

    Adet dönemi, bazı kadınlar için gerçekten sancılı, bedensel sorunlar ve ruhsal gelgitlerle dolu tatsız günlerdir. Bu dönemde oluşan iştah artışları, tatlı krizleri, ödem problemleri, öfke/endişe gelgitleri çoğu kadın için can sıkıcı düzeylere varabilir. Eğer bu tür bir sorununuz varsa, aşağıdaki bilgiler işinize yarayabilir, deneyin…
    1- Kafein ve çikolata tüketiminizi azaltın. Özellikle çayı, kahveyi, enerji içeceklerini sınırlayın. 
    2- Alkolü içmeyin ya da minimuma indirin. 
    3- Tuzlu ve tatlı şeyleri daha az tüketin.
    4- Egzersizlere biraz daha ağırlık verin. 
    5- Masajdan istifade edin.
    6- Azar azar ve sık sık yiyin. 
    7- Uykunuzu mutlaka düzene sokun.
    8- Vücudunuzu sıcak tutun. Özellikle karnınızın üzerine sıcak su torbası koymayı deneyin.
    9- Sıcak banyo yapın.
    10- Sıcak bir şeyler için.

  • Tadına bak tadında bırak!

    Güne iyi bir haberle başlayalım: Tatlı konusundaki katı tutumumuzu bir nebze yumuşattık. Yeni ve makul bir yaklaşım geliştirdik. Yeni tatlı mottumuz: Tadına bak, tadında bırak olacak. Nedeni net ve açık: Yalana, dolana gerek yok. Sizin de benim de vazgeçemediğiniz ‘tatlı’ düşkünlüğü meselemiz var. Ve bu düşkünlük, sağlık için maalesef mühim bir sorun. Ama onu yönetmek de yine bizim elimizde. Nasıl mı? 
    Madem ki tatlılardan ne siz ne de ben tamamen vazgeçiyoruz bir çözüm üretmek zorundayız. En azından şimdilik bizi bu keyifli ‘haz’dan mahrum etmemenin yolunun makul bir yaklaşım olabileceğine karar verdim! Bugün itibarı ile, bana da, size de Ahmet Hakan dahil, tatlısever herkese tatlı izni var. İsteyen baklava, kadayıfın, şöbiyetin, isteyen dondurma veya sütlacın tadına bakar. 
    Ama bir şartla: Sadece tadına bakıp bırakılacak! Doymak için değil tadından keyif alınacak. Kısacası, tatlılar duygusal yatıştırıcı olarak değil beyninizde oluşturdukları, dopamin ve serotonin patlamalarının keyfini çıkarmak yenilecek.

    KEMOTERAPİ “OUT” İMMÜNOTERAPİ “IN”

    Bedenimizin kanser hücrelerini avlamakta ve baskılamakta kullandığı “Mammary Serine Protease İnhibitor” sözcüklerinden kısaltılmış çok özel bir proteini var. Kısaca MASPİN- PCA olarak da biliniyor. Maspini aktive eden sadece elma da değil. Zerdeçalın da Maspin aktivatörü olduğu biliniyor. 
    Yeni bir çalışmada zerdeçal (kurkumin) ile aktive edilen MASPİN sayesinde prostat kanserinde de iyi neticelerin alınabildiği gösterildi. 
    Kısacası elma ve zerdeçal yakında kanser ilacı muamelesi görürse şaşırmayın. Bir mühim ayrıntı da şu: 
    Bu yıl Nobel Tıp ödülünü de bu alanda -immunoterapi- araştırmalar yapan iki bilim insanının kazandığını da lütfen not alın… 
    Amerikalı ve Japon harika iki araştırmacı kanserle savaştı kemoterapi yerine immünoterapinin kullanımında çığır açacak araştırmalara imza atarak bu yıl ki Nobel Tıp Ödülü’nü kazandılar.
    Özeti şu: İnşallah yakın bir gelecekte kemoterapi illetinden kurtulup kanseri daha az masrafla ve daha köklü çözmenin yollarını bulacağız. 
    Bunlardan birisinin de immünoterapi olacağı kesin.

    BU 7 MOTTU’YU ASLA UNUTMAYIN

    İsterseniz gelin bugün eski mottularımızdan bazılarını yeniden hatırlayalım:
    ◊ Oturmak bedene ihanettir.
    ◊ Durma, düşme, üşütme! (İyi yaşlanma kuralı)
    ◊ Ayakta kal, hayatta kal!
    ◊ Yediğinin yarısı yaptığının iki katı. (Kilo sorunu)
    ◊ Damak çatlatan şeker damar da çatlatabilir.
    ◊ Eti kemiğinden ayırma, kolajensiz kalma.
    ◊ Cilt içinden beslenir, dışından desteklenir.

    EGZERSİZDEN HEMEN SONRA YEMEK YEMEYİN

    Egzersizden hemen sonra bir şeyler yemek, özellikle egzersizle kilo kaybını hedefliyorsanız doğru değil. 
    Nedeni şu: Bedenimiz sadece egzersiz yaparken değil, egzersizden sonra da yağ yakmaya devam ediyor. Yağ yakma süreci egzersizin ortalarında başlıyor, 30-40 dakika sonra netleşiyor, 1’inci saate doğru da maksimuma ulaşıyor. 
    Daha da önemlisi vücut egzersiz bittikten sonra da yağ yakmaya devam ediyor. 
    Bu nedenle egzersizden hemen önce ve sonra bir şeyler yemeyin.

    BiR KiTAP

    Sınıf arkadaşım, değerli meslektaşım Dr. Murat Kınıkoğlu’nun yeni kitabı “Vegan Sağlık” birkaç gün önce elime geçti. Harika önerilerle dolu bu güzel kitabı “ıskalamayın” derim. Murat’ın yine mükemmel önerileri var. “Vegan” olun demem ama kitabı okuyun derim.

    K VİTAMİNİNDEN FAYDALANMA ANAYASASI

    K vitamini düşük olan kimselerin yüksek miktarda D vitamini almasının, kan damarlarında kireçlenmeyi ve kalp hastalığını teşvik edeceğine dair kaygılar yersiz olmayabilir. D vitamini toksisitesi (aşırı alıma bağlı yüksek D vitamini düzeyleri) hiperkalsemiye (kandaki kalsiyum düzeyinin aşırı yükselmesine) neden olur: Aşırı yüksek D vitamini düzeylerinin belirtilerinden biri, kanda kalsiyum düzeylerinin aşırı artışıdır (hiperkalsemi).

  • Bayram çalışanın ücreti zamlı olacak

    Kurban Bayramı’nda bu yıl da uzun bir tatil süresi söz konusu. Bayram için pek çok çalışanın tatil programı başladı bile. Çok sayıda çalışanımız bayramda şehir dışında olacak, tatil yapacak, bazıları da aile ziyaretleri ve dinlenmeye zaman ayıracak. Böylece, iş ortamından uzaklaşmış olacaklar. Ancak ne yazık ki herkes bu kadar şanslı değil, bazı kişiler bu bayramda çalışacaklar.

    Bayramlarda yapılan çalışmalar için İş Kanunu’nda önemli düzenlemeler bulunuyor. Bayram günlerinde çalışanlara arife günü ve bayramdaki çalışmalarının ücreti zamlı olarak ödenecek. Bununla birlikte, işveren çalışanına “bayram sonrasında izin kullanabilirsin” dese bile, bayramda yapılan çalışma zamlı olacak. İş Kanunu’na göre, bayramda çalışana ücreti zamlı ödenir, işveren isterse daha sonra o çalışmanın karşılığı olarak ayrıca izin verebilir. Bu işverenin yetkisinde olan bir durumdur.

    Normal ücretin iki katı ödenir  

    Bayramda çalışan işçilere verilecek ücret normal zamanda kazandıkları ücretin iki katı tutarındadır. Bu zamlı ücret, arife günü öğleden sonrası ve bayramın dört günü için ayrı ayrı hesap edilecek ve ödenecektir. Aylık sistemiyle çalışan bir kişi için toplam brüt ücreti 30 güne bölünerek bir günlük ücret tutarı hesap edilecek, ortaya çıkan rakamın iki katı alınarak bayram çalışmasının ücreti ödenecektir.

    Bununla birlikte, bayramda çalışan işçinin bu çalıştığı süreler eğer fazla mesai de oluyorsa, bu durumda bayram sebebiyle iki katı tutarında ücret değil, günlük ücretin en az yüzde 50 oranında arttırılması ve çalışılan her gün için günlük ücretin iki buçuk katı tutarında ödeme yapılması gerekir. İşveren işçinin ücretini bayrama ilişkin fazla mesai ücretini dikkate almadan, bayram öncesinde işçisi için ödediği normal ücreti esas alarak hesaplarsa, herhangi bir denetim durumunda veya çalışanın şikayeti üzerine idari para cezası ödemek zorunda kalacaktır.

    Çocuklar, gençler çalıştırılamaz

    İş Kanunu’nun çalışan çocuk ve gençleri koruyucu hükümlerinden biri de bayramda her ne şekilde olursa olsun çalıştırılmamalarıdır. Genel olarak 14 yaşını tamamlamış, ilköğretimi bitirmiş ancak 15 yaşını doldurmamış çalışanlar “çocuk işçi” olarak tanımlanıyor. 15 yaşını tamamlamış, 18 yaşını bitirmemiş olanlar da “genç işçi” olarak kabul ediliyor. İşte bu çocuk ve gençlerin bayramda çalıştırılmaları söz konusu değil. Bununla birlikte, çalışmasalar bile ücretleri işverenlerince tam olarak ödenecek.

    Çalışmak istemeyip izin kullanmak isteyenlerin durumu 

    Kural olarak bayram ve genel tatil günlerinde çalışmak istemeyen işçiler işverenleri tarafından çalışmaya zorlanamazlar. Çalışmaya zorlanan işçiler bu durumu şikayet konusu yapar, hatta iş mahkemesine taşırlarsa işyerinden haklı sebeple, kendi istekleriyle ayrılıp tazminatlarını alabilirler. Diğer taraftan, eğer çalışanın iş sözleşmesinde veya toplu iş sözleşmesinde bayramlarda çalışmaya izin veren bir hüküm bulunuyorsa, işçilerin bayram günü de işyerine gelip, işverenin talimatıyla çalışmaları gerekiyor. Hatta işçilerin “bayram günü çalışmıyorum” diyerek işe gelmemeleri ve üst üste iki gün işe devamsızlık yapmaları halinde, işveren kıdem tazminatlarını ödemeden işten çıkarma yoluna gidebilir. Bu nedenle, işçilerin imzaladıkları iş sözleşmelerinin çok büyük önemi var. Bu anlamda, çoğu zaman okunmadan imzalanan sözleşmeler sonradan işten çıkarılmayı kolaylaştıran belgeler haline gelebiliyor.

    Bayramda yurtdışına çıkan sağlık hizmeti alabilir mi?

    Türkiye’nin çok sayıda ülke ile sosyal güvenlik sözleşmesi bulunuyor. Bu ülkelerden 15’i ile imzalanan sözleşmede sağlık hizmetleri de kapsam altında. Buna göre; Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya, Fransa, KKTC, Makedonya, Azerbaycan, Romanya, Bosna Hersek, Çek Cumhuriyeti, Arnavutluk, Lüksemburg, Hırvatistan ve Sırbistan sözleşmeleri sağlık hizmetlerini de kapsıyor. Diğer taraftan, Azerbaycan ve Arnavutluk’un iç mevzuatlarındaki sorunlar nedeniyle sağlık hizmetleri ile ilgili hükümler uygulanamıyor. Dolayısıyla, yukarıda sayılan 13 ülkede sağlık hizmetlerinin SGK tarafından karşılanması mümkün. Söz konusu ülkelerde sağlık hizmetlerinden sadece 4/a’lı sigortalılar ve bu sigortalıların bakmakla yükümlü olduğu kişiler faydalanabiliyorken; Almanya’da 4/b ve 4/c’li sigortalılar da kapsamda. Bu ülkelerde geçici süreli bulunuyorsanız, yani turistik seyahat amacıyla bu ülkelere gittiyseniz yalnızca acil durumlarda sigortalıların sağlık hizmetlerine ilişkin masrafların SGK tarafından karşılanması söz konusu. Yine sadece Almanya’da turistik amaçlı bulunan sigortalıların derhal müdahaleyi gerektiren bir durumla karşı karşıya olması halinde ve ertelenmesi mümkün olmayan diyaliz veya kronik hastalıkların tedavisinde sağlık masrafları karşılanıyor.

  • Ciğ mi pişmiş mi?

    Çiğ mi, pişmiş mi tartışması bitmiyor. Bitmez de! Nedeni şu: Bir grup “ille de çiğ” diye tutturmuş. Diğer grup ise “Hayır, pişmişi daha iyi” diyor. Peki doğrusu ne?

    Çiğ mi, pişmiş mi? sorusunun yanıtı gıdaya ve ihtiyaca göre değişiyor. İşte bazı örnekler: 
    Havucu çiğ mi yoksa pişmiş mi yemeli? Çiğin kilo yapma ihtimali az. C vitamini miktarı daha yüksek. Pişmişi ise daha lezzetli ve Beta karoteni daha çok emiliyor. Ama glisemik yükü arttığı için çiğinden daha fazla kilo yapabiliyor.
    Ispanağa gelince: Ispanağın pişmişi daha lezzetli. Hele yumurtalı ıspanak sahanda pişince harika oluyor. Ne var ki pişmiş ıspanağın içindeki C vitamini minerallerinin çoğu, ama en üzücüsü Koenzim Q10’u mahvoluyor. 
    Benzer durum hemen hemen her sebzede var. Peki yok mu çaresi? Var! Hem de çok kolay! Bazen pişmişi, bazen çiği tercih edilecek. 
    Domateste ise durum biraz farklı: Çiği yenecekse suyu tercih edilecek.
    Mümkünse de çiği yerine azıcık pişmişi tüketilecek. Nedeni pişirmenin, domatesteki likopeni serbestleştirmesi. Daha çok fayda için de üzerine azıcık zeytinyağı ekleniverecek.

    METFORMiN HAPLARI ZAYIFLATIR MI?

    Kilo almanızın nedeni insülin direnci ise çözüm için metformin içeren haplardan faydalanabilirsiniz. Ama bu seçenek sadece doktor izni ile ve onun yaptığı tedavi planına göre değerlendirilebilir. Doğru beslenme ve egzersiz ise asla ihmal edilmez, edilemez. İnsülin direnci ile savaşa 100 puan verirsek eğer, bunun… 
    – 50 puanı Gİ diyeti ile beslenmeden
    – 40 puanı düzenli ve tempolu günlük yürüyüşlerden 
    – 10 puanı ise ilaçla, yani metforminle bu ikiliyi desteklemekten geçer.
    Kısacası, sadece metformin hapı yutmanız işe yaramaz.

    ADET ÖNCESi AĞRILARIMI NASIL AZALTABiLiRiM?

    Adet dönemi, bazı kadınlar için gerçekten sancılı, bedensel sorunlar ve ruhsal gelgitlerle dolu tatsız günlerdir. Bu dönemde oluşan iştah artışları, tatlı krizleri, ödem problemleri, öfke/endişe gelgitleri çoğu kadın için can sıkıcı düzeylere varabilir. Eğer bu tür bir sorununuz varsa, aşağıdaki bilgiler işinize yarayabilir, deneyin…
    1- Kafein ve çikolata tüketiminizi azaltın. Özellikle çayı, kahveyi, enerji içeceklerini sınırlayın. 
    2- Alkolü içmeyin ya da minimuma indirin. 
    3- Tuzlu ve tatlı şeyleri daha az tüketin.
    4- Egzersizlere biraz daha ağırlık verin. 
    5- Masajdan istifade edin.
    6- Azar azar ve sık sık yiyin. 
    7- Uykunuzu mutlaka düzene sokun.
    8- Vücudunuzu sıcak tutun. Özellikle karnınızın üzerine sıcak su torbası koymayı deneyin.
    9- Sıcak banyo yapın.
    10- Sıcak bir şeyler için.

  • Halka gelince ‘yerli ve milli’, THY olunca ‘Made in İtaly’

    Dün İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Kurulu üyesi ve Texmart Tekstil Ürünleri Sanayi ve Dış Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Tanrıverdi’yi sosyal paylaşım sitesi Twitter’dan THY’ye sitem ederken gördüm. İfadesinde aynen şunu diyordu: “THY yeni kıyafetlerini İtalyan tasarımcıya tasarlatmış. Bizler milli havayolumuz diye THY ile uçarken, bu kadar tasarımcımız varken üstelik, bu konuda iddialı iken; çekimler de dahil tüm hazırlıkların yurtdışındaki kişilere yaptırılmasını kınıyor, sorumluları istifaya davet ediyorum.”

    Himet Tanrıverdi’nin yeni kabin üniformalarıyla ilgili eleştirisine hak verdim. İki nedenle: 
    Birincisi, İtalyan tasarımcı Ettore Bilotta’nın tasarladığı kıyafetler aşağıda görüldüğü gibi; biraz 60’lı yıllar, biraz Missoni’nin klasik desenini andıran detaylar, fularlar, eldivenler derken normal şartlarda ‘hoş’ diyebileceğimiz bir tasarım. Ama kimse kusura bakmasın, ortada ‘Ah, ne kadar da özgün’ diyebileceğimiz bir durum yok. Bu yıl plajlarda da 50’lere ve 60’lara özgü mayolar modaydı, oradan akıl yürütülerek bile ‘retronun gideri var’ denilir, yani bu konforlu yol herkesin aklına gelir ve THY kıyafetlerinin ilk tasarımcılarından olan ‘Ayşen Modaevi’ bile az tarifle şu fotoğraftaki çizgiyi yakalayabilirdi. Bakınız şekil 1 A.

    İkincisi ve asıl önemlisi, ekonomi zor bir dönemeçten geçerken, Erdoğan ‘yerli malı’ kullanma ve ‘yerli’ mal ve hizmet üretimi konusunda son derece ciddi bir tutum takınırken, bu doğrultuda AK Parti kurmaylarından kanaat önderliği yapmaya çalışan onca kişi kısa zaman önce milleti iPhone kırmaya azmettirmişken, dövizle menkul-gayri menkul alım satım kiralama olayına sınırlandırma getirilirken, THY gibi bir kurumun İtalya’ya milyonlarca avro yağdırmasını, bu halka yapılmış bir ayıp olarak görüyorum.

    Yerlilik ve millilik bir tek milletin sorumluluğu ve ödevi mi? 
    THY bu prensipten masun mu, ya da bi taraf mı, insan haliyle merak ediyor. 
    Üstelik Türk tekstili ve Türk tasarımcısı diye bir şey yokmuş gibi davranmak da ne oluyor? 
    Bahar Korçan’ından Yıldırım Mayruk’una, Dilek Hanif’inden Arzu Kaprol’üne varana dek, daha adını ilk anda hatırlayamadığımız onlarca tasarımcımız ve A kalite üretimimiz varken?

    ‘Miu Miu’ güveniyor, THY güvenmiyor

    Sayın THY yetkilileri, siz belki bilmiyorsunuz ama Prada’dan sadece bir iki tık geride olan ve ismini kedi miyavlamasından alan ‘Miu Miu’nun ürünlerinin üzerinde ‘made in Turkey’ yazar. Bunun anlamı şudur: Miu Miu, elinize sadece bir şablon ve ‘marka’ etiketini verir, bunun dışında materyalinden dikişine varana dek herşeyi Türkiye’de yapılır. Çünkü Türkiye bunu yapabilmektedir. Dünyaca ünlü ikonik lüks marka en gözde çantaları için Türkiye’nin işine emeğine güvenir. Gelin görün ki THY güvenmemiş.

    “Efendim, biz bu siparişleri ekonomik darboğaz gelmeden önce vermiştik, sonra da sözümüzden dönemedik” mi diyeceksiniz? İyi de ne bu ekonomik sıkıntılar bir günde ve apansız geldi ne de yerlilik-millilik bir iki ayın meselesi. Süreç 15 Temmuz’dan bile önce başladı. Hatırlayın: Erdoğan ‘Bu bir İstiklal mücadelesidir’ dediğinde yıl 2014’idi. Kasdettiği toplu tüfekli bir meydan muharebesi değil, ismi üzerinde bir ‘mücadele’ idi. Türkiye’nin istihbaratıyla, yerli savunma sanayisiyle, ekonomisiyle kendi göbeğini kendisinin kesmesi gerekeceğine dair bir uyarıydı. Demek ki THY ya da ona bu alanı açanlar, bu süreci hiç anlamamış. Ya da biz, gereğinden fazla ciddiye almışız. Sahi… Önemli kurumlarımız ya da hükümetin ateşli destekçisi olanlarımız, kendilerini millete verilen öğütlerin ‘üzerinde’ tutmaktan ne zaman vazgeçecek?

    Dilek Hanif tasarımının fazlası var, eksiği yok

    THY kabin sorumluları için Dilek Hanif’ten de üniforma tasarımları istenmiş ve Hanif de çeşitli alternatifler hazırlamış üstelik. Ünlü modacı da, bu işin ‘dışarı’ havale edilmesine ve kendi tasarımlarının çeşitli köşe yazılarında ısrarla ‘beğenilmedi’ ifadesi kullanılarak geçiştirilmesine içerlemiş durumda.

    Açıklamasında şunları söylüyor: “Bu Türkiye adına, özellikle tasarımı, inovasyonu uzun zamandır büyük emek ve bütçeler ayrılarak yapılan çalışmaları, yürütülen moda haftalarını, tasarımcılara sunulan ihracat desteklerini hiçe sayan ve dolayısıyla ülke olarak kendimizle düştüğümüz çelişkiyi ortaya koyan bir karardır. Her şeyden önce ülkem adına, ardından da bir Türk tasarımcı olarak bu kararı son derce üzücü buluyorum.”

    Bundan yıllar önce, yine Dilek Hanif tarafından hazırlanan ama maalesef barok stille döşenmiş lüks bir yalının perdelerine benzemiş olan kabin üniformalarının taslaklarını görmüş ve eleştirmiştim. Ama bu seferkiler öyle değil. Gerçekten iyi iş çıkarılmış. Hanif’in Instagram hesabından yayınladığı çalışmaların biri aşağıda. Doğrusu gayet güzel bir çalışma. Velev ki olmasın efendim, şu zor günlerde haydi haydi iş görürdü. Daha önemlisi Türk modacı tasarlar, Türk tekstil atölyeleri hazırlar ve diker, hem para içerde kalır hem de kendi işimizi kendimizin görmesinin verdiği özgüven zor günlere hazırlanma bağlamında önemli bir motivasyon kaynağı olurdu.

  • Enflasyonla ‘mücadele’

    Hükümet tarafından hazırlanan enflasyonla topyekün mücadele programının detayları belli oldu. Enflasyonla mücadele esas olarak merkez bankasının işidir. Sıkı para politikası gerektirir ve sabır ister. Ancak elbette hükümetin Merkez Bankasına vereceği destek bu mücadelenin daha verimli olmasını ve daha hızlı sonuç alınmasını sağlar. Peki hükümet Merkez Bankasına nasıl destek olabilir?

    1) Gerek Maliye gerekse para politikaları esas olarak talebi kontrol eden politikalardır. Enflasyon tipik olarak talebin üretim kapasitesinin üzerine çıktığı zamanlarda görüldüğü için böyle durumlarda sıkı para politikasının sıkı maliye politikası ile desteklenmesi enflasyonu kontrol altına alır. 2017 sonrası dönemde para ve maliye politikalarının ekonomiyi farklı yönlere çekmesinin bedelini yükselen enflasyon ile ödedik. Bugün geldiğimiz noktada yakın geçmişteki hataların tekrar edilmeyeceğine dair mesajlar almamız oldukça olumlu. YEP’de altı çizildiği üzere önümüzdeki dönemde sıkı para politikasının sıkı maliye politikası ile desteklenmesi öngörülüyor ki enflasyonla mücadelenin gereği budur.

    Kur kaynaklı baskı

    2) Türkiye ekonomisinin bugün yaşamış olduğu enflasyon talepten ziyade kur kaynaklı maliyet baskısını içeriyor. Ancak kuru aşağı çekebilmek için de elimizdeki temel araç yine sıkı para politikası. Normal şartlar altında merkez bankası faiz yükseltip ileriye dönük bir hedef belirlediğinde fiyatların bu hedef etrafında çıpalanması gerekir. Para politikasının belkemiği ileriye dönük beklenti yönetimidir. Son dönemde maalesef gerek ulaşılamayan hedefler, gerek kötü iletişim, gerekse siyasi eleştirilerle merkez bankası kredibilitesinin çok yıprandığına şahit olduk. Bu şartlar altında merkez bankası beklentileri çıpalama yetisini kaybettiğinden fiyatlamalar kontrolsüz olarak artabiliyor. İşte bu noktada hafta içerisinde açıklanan program beklentileri tekrar çıpalamak amacı ile Merkez Bankasına destek vermeyi amaçlamış. Peki işe yarar mı?

    İş dünyasından fiyatları geçici bir süre için de olsa yüzde 10 aşağı çekmesini istemek sürdürülebilir bir önlem olmayabilir. Bu tür bir adımın etkili olabilmesi için fiyatlama davranışında yüzde 10 üzerinde bir beklenti etkisi ve buna ilave maliyet etkisi olduğunu varsaymak gerek. Böylesine büyük bir beklenti etkisi olduğunu tahayyül etmek güç. Bu durumda şirketin üretim maliyetleri düşmediği sürece (ki son dönemde üretim maliyetlerindeki ve dolayısı ile fiyatlardaki artışın kur kaynaklı olduğunu unutmayalım) fiyatları düşürmek kar marjının azalması anlamına gelir.

    Enflasyonu düşürebilmek için altta yatan sebebi ortadan kaldırmak gerekiyor. Yani kurun mevcut seviyelerden aşağı çekilmesi lazım. Bu ise sıkı para ve maliye politikaları ve siyasi risklerin azalması ile mümkün.