Yazar: odakhaber

  • Affedilemez bir karar

    Affedilemez bir karar

    İngiltere’nin efsanevi futbolcularından Gary Lineker, Leicester’ın Ranieri’yi kovmasını ‘affedilemez bir karar’ olarak değerlendirdi. Eski Leicester oyuncusu, takıma tarihinin ilk şampiyonluğunu getirmesinden henüz 1 yıl bile geçmemesine karşın böyle bir kararın çıkmasını anlam veremediğini bildirdi:

    “Ranieri’nin Leicester City için yaptıklarından sonra onu kovmak açıklanamaz, affedilemez bir karardır”

    Eski Leicester oyuncularından Alan Smith ise “Premier Lig’de son 10 yılda çok sürpriz kararlar çıktı. Ama bu bana göre en şaşırtıcısı oldu” dedi.

    Eski futbolculardan Tony Cottee de “Zamanlaması daha kötü olamazdı. Sonuçta Pazartesi günü Liverpool karşısında kritik bir maça çıkacaklar. Sanırım bir anlaşmazlık var. Yoksa böyle bir kararın çıktığını düşünemem. Bu gece düğmeye basmak bir panik hali gibi geliyor. Soyunma odasında yaşananları bilmiyorum. Sadece bir tuhaflık var” açıklamasını yaptı.

    Cottee, taraftarın buna tepki gösterebileceğini de sözlerine ekledi.

    İngilizlerin tecrübeli teknik adamlarından Harry Redknapp “Şaşırmadım ama büyük hayal kırıklığına uğradım. Çok iyi iş çıkarmıştı” derken eski futbolculardan Ian Wright da “Talihsiz bir karar. Şu an kendimi bir Leicester futbolcusunun yerine koyuyorum. Nasıl hissediğimi düşünemiyorum. Sonuçta şampiyon bir teknik adam var giden” dedi.

    Chelsea’de şampiyonluk turu attıktan bir sezon sonra İtalyan meslektaşına benzer süreç yaşayan ve başkent ekibindeki görevine son verilen Portekizli çalıştırıcı Jose Mourinho, Ranieri’ye “Yazdığın tarihi kimse silemez” ifadeleriyle destek verdi.

    Yerine kim gelecek?

    AFP’nin haberine göre Ranieri’nin koltuğu için 5 aday var. Bunlardan biri de eski Leicester oyuncusu, eski Galatasaray Teknik Direktörü Roberto Mancini. İtalyan ile birlikte diğer adaylar Roy Hodgson, David Wagner, Frank de Boer ve Nigel Pearson.

  • Davutoğlu’ndan Yıldırım’a

    Davutoğlu’ndan Yıldırım’a

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Sağlık Uygulama Tebliği’nde yeni düzenleme

    Sağlık Uygulama Tebliği’nde yeni düzenleme

    Kışın sağlıksız ve düzensiz beslenme sonucu yaşadığımız rahatsızlıklardan dolayı diyet yapmakta zorlanabiliyoruz.

    Kışın uygulayacağınız bu diyetle kilo vererek yaz gelmeden daha fit ve sağlıklı bir vücuda kavuşabilirsiniz.

    Fazla kilolarından rahatsız olanlar bu kış diyetini mutlaka denemeli…

    1 Gün. Pazartesi

    Kahvaltı: tam buğday ekmekli peynirli tost
    Öğle: 1 tabak kuru fasülye, 1 kase yoğurt
    Ara Öğün: 1 tane yeşil elma
    Akşam: 6 kaşık bulgurlu pırasa yemeği, 1 kase yoğurt

    2 Gün. Salı

    Kahvaltı: 1 kase süt, 4 kaşık kuru meyveli müsli
    Öğle: ızgara köfte ve ayran, salata
    Ara Öğün: sütlü kahve
    Akşam: 100 gram kepekli, peynirli makarna

    3 Gün Çarşamba

    Kahvaltı: 1 bardak süt, 2 hurma, 3 ceviziçi
    Öğle: ton balıklı salata ve esmer ekmek
    Ara Öğün: 1 avuç kadar leblebi
    Akşam: 6 kaşık bulgurlu ıspanak, yemeği, 1 kase yoğurt

    4.Gün. Perşembe

    Kahvaltı: 2 dilim tam buğday ekmeği, 2 dilim peynir, domates kurusu
    Öğle: tam buğdaylı salata ve 1 kutu ayran
    Ara Öğün: 4 tane kestane
    Akşam: etli, bulgurlu kuru biber ve patlıcan dolması, 1 kase yoğurt

    5.Gün. Cuma

    Kahvaltı: 1 bardak kefir, 10 iç badem ve 2 gün kurusu
    Öğle: 1 porsiyon etli nohut yemeği ile yanında 1 kase yoğurt
    Ara Öğün:1 kupa sıcak çikolata
    Akşam: ızgara balık ve esmer ekmek, salata

    6.Gün. Cumartesi

    Geç Kahvaltı: 2 yumurtalı yulaf kepekli omlet, 2 dilim çavdarlı ekmek ve 2 dilim peynir, 5 adet zeytin, roka, maydanoz, kaypa biber, 1 greyfurt, 1 tatlı kaşığı bal
    Ara Öğün: 1 bardak boza
    Akşam : 120 gram ızgara et, 4 kaşık bulgur pilavı ve salata

  • Yürürken bacak ağrısı çekiyorsanız dikkat

    Yürürken bacak ağrısı çekiyorsanız dikkat

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Denizlispor’a FIFA’dan yeni tehlike

    Denizlispor’a FIFA’dan yeni tehlike

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Kongrede ilk konuşma

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Kenan Sofuoğlu ameliyat edildi

    Kenan Sofuoğlu ameliyat edildi

    AK Parti hükümeti henüz ikinci yılını doldurmamışken, 2004 yılı başlarında Ankara, en az on yıl boyunca Türkiye-AB ilişkilerini etkileyecek olan bir konuğu ağırladı: Dönemin Alman ana muhalefet partisi lideri Angela Merkel. Bu Merkel’in Türkiye’ye yaptığı ilk resmi ziyaretti ve Ankara’da hükümet yetkilileri, Türkiye’ye önyargıyla yaklaşan Merkel’le AB üyeliğini masaya yatırmayı planlıyordu.

    Ancak Merkel AB üyeliğinin nasıl mümkün olabileceğini konuşmaya pek niyetli değildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan ile görüşmesinin ardından yapılan ortak basın toplantısında şunları söyledi:

    “Avrupa Birliği içinde büyük sorunlar yaşıyoruz. On yeni ülke daha birliğe katılacak. Türkiye’yi aramıza alacak güçte değiliz. O yüzden Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklif ediyoruz.”

    Gergin geçen basın toplantısında Erdoğan’ın cevabı, “AB’ye tam üyelik dışında Türkiye’nin başka bir alternatifi yoktur. İmtiyazlı ortaklık şimdiye kadar hiçbir ülkeye karşı masaya konulmamıştır” oldu.

    Bu ziyaretten bir buçuk yıl sonra, Sosyal Demokratların halk desteğini kaybettiği 2005 yılında erken seçime giden Almanya’da, birleşmenin ardından ilk kez Doğu Alman kökenli bir siyasetçi olarak Angela Merkel Başbakanlık koltuğuna oturdu.

    Tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ ısrarı

    Merkel, Üst üste seçimleri kazandığı 2005’ten bu yana girdiği seçimlerin hemen hepsini kazanarak iktidarda kaldı ve neredeyse son on yıldır Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üylik yolundaki en büyük engel oldu. Avrupa Birliği’nin lider ülkesi olarak Almanya’nın bu gücü vardı ve Merkel bunu Türkiye’nin üyeliğine karşı yönde kullandı.

    Merkel, 2013 seçimlerinin ardından 2014 başında Berlin’e giden dönemin Başbakanı Erdoğan’la düzenlediği ortak basın toplantısında “Türkiye’nin tam üyeliğine dair tereddütlerim var. Bu ucu açık bir süreç ve bu sürecin ilerlemesini istiyoruz.” dedi.

    Son olarak 2015 Ocak ayında Berlin’de bir araya gelen Merkel ve Başbakan Davutoğlu, ortak basın toplantısı düzenledi. Merkel, Türkiye’nin AB adaylığı konusunda fikrini değiştirmediğini söyleyerek, “Tam üyelik konusundaki kuşkularımın yanında her zaman müzakere sürecinin sürdürülmesini destekledim.” dedi.

    Almanya ile ilişkiler özellikle 2013 yılındaki Gezi olaylarından sonra daha sıkıntılı bir hal aldı. Alman devletinin bilhassa Arap Baharı’ndan sonra izlediği bölge politikaları, Berlin’in bu çerçevede Türkiye’ye bakışı ve yaptığı hamleler ilişkilerde büyük sıkıntılara yol açtı.

    ‘Almanya’yı da göreceğiz bakalım neler yapacak?’

    Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkinin gerilmesine yol açan son gelişme, haklarında yakalama kararı bulunan eski savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın Gürcistan üzerinden Almanya’ya kaçışı oldu.

    “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ile “cebir, şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya, görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçlarını işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluştuğu gerekçesiyle bu savcılar hakkında tutuklama kararı çıkmıştı. Savcılar, hükümetteki bakanlara uzanan 17-25 Aralık soruşturmalarında yasal yetkilerini aştıkları gerekçesiyle Mayıs 2015’te meslekten ihraç edilmişti.

    Eski savcıların Almanya’da olduğu ortaya çıkınca, kırmızı bülten çıkarılması için girişimler başladı. Erdoğan,“Bu kırmızı bültenle beraber Almanya’yı da göreceğiz, bakalım ne yapacak. Oldu oldu, olmadığı takdirde Almanya bizden herhangi bir suçluyu bundan sonra Tayyip Erdoğan imzasıyla isteyemez, alamaz, vermem. Herkes uluslararası hukukun gereği neyse bunu yerine getirecek, getirmediği takdirde biz de aynen mukabiliyle cevap veririz” dedi.

    Almanya patriot füzelerini geri çekme kararı aldı

    2012 yılı sonunda Suriye’den atılan füzelerin hedefi olan Türk vatandaşı sivillerin ölümünün ardından Türkiye, NATO’dan hava savunma desteği istedi. 2013 Ocak ayında, ABD ve Hollanda’ya ek olarak Almanya da iki patriot füzesi göndererek Türkiye’nin bu talebine karşılık verdi.

    2013’te iki patriot bataryası, füzeler ve 400 Alman askeriyle başlayan görev, iki kez birer yıllık sürelerle uzatıldı. Son olarak 2015 Mart ayında Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen Kahramanmaraş’taki birliği ziyaret ederek, Suriye’deki savaş bitinceye kadar patriotların Türkiye’de kalacağını söyledi.

    Ancak bu ziyaretin ardından, Ağustos ayında Almanya görev süresini bir daha uzatmama kararı aldı. Buna göre patriot bataryaları ve sayısı şu an için 250’yi bulan Alman askerleri en geç 2016 Ocak ayına kadar Türkiye’den çekilecek.

    Alman Savunma Bakanlığı sözcüsü, ‘Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehdidin kalktığını’ söylüyordu ancak bu açıklamayı kimse inandırıcı bulmadı. Bu hamlenin Türkiye’nin Suriye’ye yönelik daha aktif bir tutum sergileyeceği yönünde mesajlar verdiği günlere rastlaması dikkat çekti.

    Rojava’dan çıkan ‘Alman ajanlar’

    Almanya’nın patriot bataryalarını geri çekme kararı aldığı sıralarda, Suriye’nin kuzeyinden bir haber geldi. PYD saflarında savaşa katılan bir Alman’ın ölüm haberiydi bu. Ancak ölen kişi sıradan bir Alman vatandaşı değil, basına yansıyan haberlere göre Kevin Joachim adında bir Alman istihbarat elemanıydı.

    Milliyet gazetesi Alman ajanın Suriye’nin kuzeyinden Kandil’e geçtiği sırada Türkiye’nin düzenlediği hava operasyonları sırasında öldürüldüğünü duyurdu. Joachim’in cenazesinin Türkiye’den geçmesine izin verilmeyince, Almanya’nın Erbil üzerinden cenazeyi alarak Karlsruhe yakınlarında defnettiği yazıldı.

    Türk hükümetine yakın Sabah gazetesi de Joachim’in bölgedeki Kürtlerle çalışan bir ajan olduğunu, Joachim dışında altı Alman ajanının daha Kandil ve Suriye’de Kürt savaşçıları eğittiğini yazdı.

    PKK’nın Suriye’deki silahlı kolu YPG ise bu haberleri yalanlayarak Joachim’in ‘Dilsoz Bahar kod adıyla YPG saflarında çatışan bir savaşçı’ olduğu açıklamasını yaptı.

    İki Türk vatandaşı ‘istihbarat topladığı’ gerekçesiyle tutuklandı

    Alman ajanların Irak ve Suriye’de Kürt birliklerini eğittiği iddiaları yalanlanırken, Almanya 19 Aralık’ta ‘Türk ajanı’ oldukları iddiasıyla iki Türk vatandaşını gözaltına aldı. Alman savcı , 2013 Şubat ayından 2014 Aralık ayına kadar Türk İstihbarat ajansına çalıştığını iddia ettiği bu kişilerle ilgili suç duyurusunda bulundu. Grubun lideri olduğu ve Türkiye’deki üsleriyle iletişimi sağladığı ileri sürülen Muhammed Taha G. isimli Türk vatandaşı cezaevinde davanın başlamasını beklerken, gözaltına alınan diğer iki kişi, Göksel G. ve Ahmet Duran Y. serbest bırakıldı.

    Dava 9 Eylül tarihinde başladı. Detaylar resmi ağızlardan kamuoyuyla paylaşılmıyor. Ancak Alman Deutche Welle gazetesinin haberine göre, ilk duruşmada sanıklara Türk hükümetiyle ve MİT’le ilişkileri olup olmadığı soruldu. Gözaltına alınmadan önce Almanya’da kendisini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı olarak tanıttığı ileri sürülen ve dava gününe kadar gözaltında tutulan Muhammed Taha G.’nin avukatı bu soruyu yanıtsız bıraktı.

    Bugüne kadar konuyla ilgili Ankara’dan tek açıklama Türk Dışişleri’nden geldi. Dışişleri Bakanlığı, bu kişilerin MİT’le ilişkili olduğu iddialarını reddediyor. Kararın 25 Aralık’ta çıkması bekleniyor. Eğer bu kişilerin casusluk yaptığına karar verilirse beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilirler.

    Almanya’nın kulakları Türkiye’nin üzerinde

    Almanya iki Türk vatandaşını ‘istihbarat topladıkları’ gerekçesiyle gözaltına almadan önce, Almanya’nın Türkiye’yi 1976 yılından beri dinlediği iddiaları iki ülke arasındaki ilişkilerin bir hayli gerilmesine yol açmıştı.

    Focus dergisinin Ağustos 2014’te yayınladığı habere göre, Alman istihbarat örgütü BND 1976’da dönemin başbakanı Schmidt’in izniyle Türk yetkilileri dinlemeye başladı. Son dönemde dinlemeler Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının da bilgisi dahilinde devam etti.

    Türkiye’den dinlemelere ilişkin inceleme yapıldığı açıklamasından başka açıklama gelmedi. 18 Ağustos’ta Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Görüşmede, dinleme iddialarının doğru olması halinde Türkiye’nin “büyük hayal kırıklığı duyacağı” elçiye belirtildi.

    Focusdergisi’nin haberinin ardından birçok Alman gazete ve dergisinde, ‘ismini açıklamak istemeyen kaynaklara dayandırılarak’ bu haberin doğrulandığı belirtildi. İddialar gündemdeki yerini korurken Eylül ayında Galler’de yapılan NATO zirvesinde, Erdoğan ve Merkel bir araya geldi. Toplantının kameralara açık bölümünde Merkel’in her zamanki sert tutumu bu kez gözlenmedi.

    Görüşmeye katılan dönemin dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Erdoğan’ın Merkel’e dinlemeleri sorduğunu, Merkel’in ise ‘bu konuda bize güvenmenizi istiyoruz’ dediğini açıkladı.

    Her iki olay da Alman basınında Türkiye’deki muhalif gruplar ve PKK ile ilişkilendirildi. Ajanlık iddiasıyla tutuklananların Almanya’da yaşayan PKK sempatizanları veya diğer muhaliflere yönelik çalışmalar yaptığı haberleri çıktı. Dinlemelerin de AB üyesi olan Türkiye’nin PKK konusunda yapacaklarının önceden bilinmesinin, olası tehlikeleri önlemek için yapılmış olabileceği yazıldı.

    Neo-nazi yapılanması

    Almanya’daki Türklere yönelik ırkçı saldırılar, kundaklamalar ve Alman makamlarının bu konuda Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını tatmin etmeyen tedbirleri de Ankara – Berlin ilişkilerini olumsuz etkiliyor.

    “Eğer bir Alman cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelip yanlış bilgilerle ‘Türkiye’nin geleceğinden kaygı duyuyorum’ gibi bir söz sarf ederse biz de her Alman şehrine gider Neonaziler dolayısıyla ‘Almanya’nın geleceğinden kaygı duyuyoruz’ deriz.

    “Eğer kaygı duyacaksak Avrupa sokaklarına nüfuz etmiş olan ırkçılıktan kaygı duyalım, İslamofobiden kaygı duyalım, kundaklanan Türk evleri dolayısıyla kaygı duyalım, duvarlarına hakaretler yazılan mescitler dolayısıyla kaygı duyalım. Saygı görmek isteyen saygı gösterecek bize ama kimse bize ikinci sınıf Avrupalı muamelesi yapamaz.”

    Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Mayıs 2014’te söylediği bu sözler, Almanya’da süren ancak hiçbir gelişme kaydedilemeyen Neo-nazi davasıyla ilgili yaptığı en sert açıklamaydı…

    Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un Türkiye ziyaretinde ‘Türk demokrasisiyle ilgili kaygı duyduğunu’ söylemesi ve Ankara’da öğrencilerle buluşmasında “Türkiye’nin geleceğinden kaygılıyım” demesinin ardından geldi.

    Merkel döneminin öncesine dayanan ancak Merkel döneminde de Türk-Alman ilişkilerinde etkili olan başka bir olay, Almanya’daki bu neo-nazi oluşumlar ve Türklere yönelik kundaklamalardı.

    13 yılda sekizi Türk on kişiyi öldüren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı örgütün hakkında açılan davada henüz bir ilerleme sağlanmadı.

    Örgüt, Türkleri hedef alan iki bombalı saldırı, adi bir hırsızlık vak’ası süsü vererek 15 silahlı soygun ve bir kundaklama düzenledi. Yangının kasten çıkarıldığı ve tüm bu saldırıların NSU’yla bağlantılı olduğu 2011 Kasım’ında ortaya çıktı. Örgütün 2004 yılında Köln’de tüm dükkanların Türk olduğu Keupstrasse’de NSU’nun düzenlediği bombalı saldırıda 20’den fazla Türk göçmen ağır yaralandı.

    Örgüt hakkında açılan ve Mayıs 2013’te başlayan davada ise henüz bir ilerleme sağlanamadı. 300’den fazla kanıt dosyasının yok edildiği ortaya çıktı. Davanın üç tanığı evlerinde ölü bulundu, ölüm sebebi belirlenemedi.

    Dava sırasında Alman Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti de Merkel’i, aşırı milliyetçi oluşumlara engel olmamakla eleştirdi.

    Ticaret hacmi artıyor

    Aynı görüşmede, Davutoğlu Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Almanya’yla ekonomik ilişkilere de değindi. İki ülke arasında siyasi birçok soruna rağmen ticaret hacmi büyüyor. 2013’te 38 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2014’ün ilk yarısında 31 milyar dolara ulaşmıştı. Davutoğlu, bu rakamın 50 milyar dolara ulaşmasını hedeflediğini söyledi. Bu rakam 2009’d 20 milyar dolar seviyesindeydi.

    İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler ne kadar gelişmiş olsa da siyasi gelişmelerden kaynaklı duraklamalar görmek mümkün. Ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olduğu ülkelerde kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği mekanizması, Almanya’yla kurulamadı. Onun yerine Mayıs 2013’te ‘Stratejik Diyalog Mekanizması’ kuruldu. Mekanizma kapsamında dışişleri bakanları seviyesinde şimdiye kadar iki kez toplantı yapıldı.

    Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olmasının asıl sebebi ise Almanya’da yaşayan ancak Türkiye’ye yatırım yapmaya devam eden yaklaşık 3 milyon Türk ve turizm için Türkiye’yi tercih eden, hatta çoğunlukla mülk alarak yazlarını burada geçiren Almanlar…

  • Yüksek tansiyona karşı patates

    Yüksek tansiyona karşı patates

    AK Parti hükümeti henüz ikinci yılını doldurmamışken, 2004 yılı başlarında Ankara, en az on yıl boyunca Türkiye-AB ilişkilerini etkileyecek olan bir konuğu ağırladı: Dönemin Alman ana muhalefet partisi lideri Angela Merkel. Bu Merkel’in Türkiye’ye yaptığı ilk resmi ziyaretti ve Ankara’da hükümet yetkilileri, Türkiye’ye önyargıyla yaklaşan Merkel’le AB üyeliğini masaya yatırmayı planlıyordu.

    Ancak Merkel AB üyeliğinin nasıl mümkün olabileceğini konuşmaya pek niyetli değildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan ile görüşmesinin ardından yapılan ortak basın toplantısında şunları söyledi:

    “Avrupa Birliği içinde büyük sorunlar yaşıyoruz. On yeni ülke daha birliğe katılacak. Türkiye’yi aramıza alacak güçte değiliz. O yüzden Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklif ediyoruz.”

    Gergin geçen basın toplantısında Erdoğan’ın cevabı, “AB’ye tam üyelik dışında Türkiye’nin başka bir alternatifi yoktur. İmtiyazlı ortaklık şimdiye kadar hiçbir ülkeye karşı masaya konulmamıştır” oldu.

    Bu ziyaretten bir buçuk yıl sonra, Sosyal Demokratların halk desteğini kaybettiği 2005 yılında erken seçime giden Almanya’da, birleşmenin ardından ilk kez Doğu Alman kökenli bir siyasetçi olarak Angela Merkel Başbakanlık koltuğuna oturdu.

    Tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ ısrarı

    Merkel, Üst üste seçimleri kazandığı 2005’ten bu yana girdiği seçimlerin hemen hepsini kazanarak iktidarda kaldı ve neredeyse son on yıldır Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üylik yolundaki en büyük engel oldu. Avrupa Birliği’nin lider ülkesi olarak Almanya’nın bu gücü vardı ve Merkel bunu Türkiye’nin üyeliğine karşı yönde kullandı.

    Merkel, 2013 seçimlerinin ardından 2014 başında Berlin’e giden dönemin Başbakanı Erdoğan’la düzenlediği ortak basın toplantısında “Türkiye’nin tam üyeliğine dair tereddütlerim var. Bu ucu açık bir süreç ve bu sürecin ilerlemesini istiyoruz.” dedi.

    Son olarak 2015 Ocak ayında Berlin’de bir araya gelen Merkel ve Başbakan Davutoğlu, ortak basın toplantısı düzenledi. Merkel, Türkiye’nin AB adaylığı konusunda fikrini değiştirmediğini söyleyerek, “Tam üyelik konusundaki kuşkularımın yanında her zaman müzakere sürecinin sürdürülmesini destekledim.” dedi.

    Almanya ile ilişkiler özellikle 2013 yılındaki Gezi olaylarından sonra daha sıkıntılı bir hal aldı. Alman devletinin bilhassa Arap Baharı’ndan sonra izlediği bölge politikaları, Berlin’in bu çerçevede Türkiye’ye bakışı ve yaptığı hamleler ilişkilerde büyük sıkıntılara yol açtı.

    ‘Almanya’yı da göreceğiz bakalım neler yapacak?’

    Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkinin gerilmesine yol açan son gelişme, haklarında yakalama kararı bulunan eski savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın Gürcistan üzerinden Almanya’ya kaçışı oldu.

    “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ile “cebir, şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya, görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçlarını işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluştuğu gerekçesiyle bu savcılar hakkında tutuklama kararı çıkmıştı. Savcılar, hükümetteki bakanlara uzanan 17-25 Aralık soruşturmalarında yasal yetkilerini aştıkları gerekçesiyle Mayıs 2015’te meslekten ihraç edilmişti.

    Eski savcıların Almanya’da olduğu ortaya çıkınca, kırmızı bülten çıkarılması için girişimler başladı. Erdoğan,“Bu kırmızı bültenle beraber Almanya’yı da göreceğiz, bakalım ne yapacak. Oldu oldu, olmadığı takdirde Almanya bizden herhangi bir suçluyu bundan sonra Tayyip Erdoğan imzasıyla isteyemez, alamaz, vermem. Herkes uluslararası hukukun gereği neyse bunu yerine getirecek, getirmediği takdirde biz de aynen mukabiliyle cevap veririz” dedi.

    Almanya patriot füzelerini geri çekme kararı aldı

    2012 yılı sonunda Suriye’den atılan füzelerin hedefi olan Türk vatandaşı sivillerin ölümünün ardından Türkiye, NATO’dan hava savunma desteği istedi. 2013 Ocak ayında, ABD ve Hollanda’ya ek olarak Almanya da iki patriot füzesi göndererek Türkiye’nin bu talebine karşılık verdi.

    2013’te iki patriot bataryası, füzeler ve 400 Alman askeriyle başlayan görev, iki kez birer yıllık sürelerle uzatıldı. Son olarak 2015 Mart ayında Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen Kahramanmaraş’taki birliği ziyaret ederek, Suriye’deki savaş bitinceye kadar patriotların Türkiye’de kalacağını söyledi.

    Ancak bu ziyaretin ardından, Ağustos ayında Almanya görev süresini bir daha uzatmama kararı aldı. Buna göre patriot bataryaları ve sayısı şu an için 250’yi bulan Alman askerleri en geç 2016 Ocak ayına kadar Türkiye’den çekilecek.

    Alman Savunma Bakanlığı sözcüsü, ‘Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehdidin kalktığını’ söylüyordu ancak bu açıklamayı kimse inandırıcı bulmadı. Bu hamlenin Türkiye’nin Suriye’ye yönelik daha aktif bir tutum sergileyeceği yönünde mesajlar verdiği günlere rastlaması dikkat çekti.

    Rojava’dan çıkan ‘Alman ajanlar’

    Almanya’nın patriot bataryalarını geri çekme kararı aldığı sıralarda, Suriye’nin kuzeyinden bir haber geldi. PYD saflarında savaşa katılan bir Alman’ın ölüm haberiydi bu. Ancak ölen kişi sıradan bir Alman vatandaşı değil, basına yansıyan haberlere göre Kevin Joachim adında bir Alman istihbarat elemanıydı.

    Milliyet gazetesi Alman ajanın Suriye’nin kuzeyinden Kandil’e geçtiği sırada Türkiye’nin düzenlediği hava operasyonları sırasında öldürüldüğünü duyurdu. Joachim’in cenazesinin Türkiye’den geçmesine izin verilmeyince, Almanya’nın Erbil üzerinden cenazeyi alarak Karlsruhe yakınlarında defnettiği yazıldı.

    Türk hükümetine yakın Sabah gazetesi de Joachim’in bölgedeki Kürtlerle çalışan bir ajan olduğunu, Joachim dışında altı Alman ajanının daha Kandil ve Suriye’de Kürt savaşçıları eğittiğini yazdı.

    PKK’nın Suriye’deki silahlı kolu YPG ise bu haberleri yalanlayarak Joachim’in ‘Dilsoz Bahar kod adıyla YPG saflarında çatışan bir savaşçı’ olduğu açıklamasını yaptı.

    İki Türk vatandaşı ‘istihbarat topladığı’ gerekçesiyle tutuklandı

    Alman ajanların Irak ve Suriye’de Kürt birliklerini eğittiği iddiaları yalanlanırken, Almanya 19 Aralık’ta ‘Türk ajanı’ oldukları iddiasıyla iki Türk vatandaşını gözaltına aldı. Alman savcı , 2013 Şubat ayından 2014 Aralık ayına kadar Türk İstihbarat ajansına çalıştığını iddia ettiği bu kişilerle ilgili suç duyurusunda bulundu. Grubun lideri olduğu ve Türkiye’deki üsleriyle iletişimi sağladığı ileri sürülen Muhammed Taha G. isimli Türk vatandaşı cezaevinde davanın başlamasını beklerken, gözaltına alınan diğer iki kişi, Göksel G. ve Ahmet Duran Y. serbest bırakıldı.

    Dava 9 Eylül tarihinde başladı. Detaylar resmi ağızlardan kamuoyuyla paylaşılmıyor. Ancak Alman Deutche Welle gazetesinin haberine göre, ilk duruşmada sanıklara Türk hükümetiyle ve MİT’le ilişkileri olup olmadığı soruldu. Gözaltına alınmadan önce Almanya’da kendisini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı olarak tanıttığı ileri sürülen ve dava gününe kadar gözaltında tutulan Muhammed Taha G.’nin avukatı bu soruyu yanıtsız bıraktı.

    Bugüne kadar konuyla ilgili Ankara’dan tek açıklama Türk Dışişleri’nden geldi. Dışişleri Bakanlığı, bu kişilerin MİT’le ilişkili olduğu iddialarını reddediyor. Kararın 25 Aralık’ta çıkması bekleniyor. Eğer bu kişilerin casusluk yaptığına karar verilirse beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilirler.

    Almanya’nın kulakları Türkiye’nin üzerinde

    Almanya iki Türk vatandaşını ‘istihbarat topladıkları’ gerekçesiyle gözaltına almadan önce, Almanya’nın Türkiye’yi 1976 yılından beri dinlediği iddiaları iki ülke arasındaki ilişkilerin bir hayli gerilmesine yol açmıştı.

    Focus dergisinin Ağustos 2014’te yayınladığı habere göre, Alman istihbarat örgütü BND 1976’da dönemin başbakanı Schmidt’in izniyle Türk yetkilileri dinlemeye başladı. Son dönemde dinlemeler Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının da bilgisi dahilinde devam etti.

    Türkiye’den dinlemelere ilişkin inceleme yapıldığı açıklamasından başka açıklama gelmedi. 18 Ağustos’ta Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Görüşmede, dinleme iddialarının doğru olması halinde Türkiye’nin “büyük hayal kırıklığı duyacağı” elçiye belirtildi.

    Focusdergisi’nin haberinin ardından birçok Alman gazete ve dergisinde, ‘ismini açıklamak istemeyen kaynaklara dayandırılarak’ bu haberin doğrulandığı belirtildi. İddialar gündemdeki yerini korurken Eylül ayında Galler’de yapılan NATO zirvesinde, Erdoğan ve Merkel bir araya geldi. Toplantının kameralara açık bölümünde Merkel’in her zamanki sert tutumu bu kez gözlenmedi.

    Görüşmeye katılan dönemin dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Erdoğan’ın Merkel’e dinlemeleri sorduğunu, Merkel’in ise ‘bu konuda bize güvenmenizi istiyoruz’ dediğini açıkladı.

    Her iki olay da Alman basınında Türkiye’deki muhalif gruplar ve PKK ile ilişkilendirildi. Ajanlık iddiasıyla tutuklananların Almanya’da yaşayan PKK sempatizanları veya diğer muhaliflere yönelik çalışmalar yaptığı haberleri çıktı. Dinlemelerin de AB üyesi olan Türkiye’nin PKK konusunda yapacaklarının önceden bilinmesinin, olası tehlikeleri önlemek için yapılmış olabileceği yazıldı.

    Neo-nazi yapılanması

    Almanya’daki Türklere yönelik ırkçı saldırılar, kundaklamalar ve Alman makamlarının bu konuda Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını tatmin etmeyen tedbirleri de Ankara – Berlin ilişkilerini olumsuz etkiliyor.

    “Eğer bir Alman cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelip yanlış bilgilerle ‘Türkiye’nin geleceğinden kaygı duyuyorum’ gibi bir söz sarf ederse biz de her Alman şehrine gider Neonaziler dolayısıyla ‘Almanya’nın geleceğinden kaygı duyuyoruz’ deriz.

    “Eğer kaygı duyacaksak Avrupa sokaklarına nüfuz etmiş olan ırkçılıktan kaygı duyalım, İslamofobiden kaygı duyalım, kundaklanan Türk evleri dolayısıyla kaygı duyalım, duvarlarına hakaretler yazılan mescitler dolayısıyla kaygı duyalım. Saygı görmek isteyen saygı gösterecek bize ama kimse bize ikinci sınıf Avrupalı muamelesi yapamaz.”

    Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Mayıs 2014’te söylediği bu sözler, Almanya’da süren ancak hiçbir gelişme kaydedilemeyen Neo-nazi davasıyla ilgili yaptığı en sert açıklamaydı…

    Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un Türkiye ziyaretinde ‘Türk demokrasisiyle ilgili kaygı duyduğunu’ söylemesi ve Ankara’da öğrencilerle buluşmasında “Türkiye’nin geleceğinden kaygılıyım” demesinin ardından geldi.

    Merkel döneminin öncesine dayanan ancak Merkel döneminde de Türk-Alman ilişkilerinde etkili olan başka bir olay, Almanya’daki bu neo-nazi oluşumlar ve Türklere yönelik kundaklamalardı.

    13 yılda sekizi Türk on kişiyi öldüren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı örgütün hakkında açılan davada henüz bir ilerleme sağlanmadı.

    Örgüt, Türkleri hedef alan iki bombalı saldırı, adi bir hırsızlık vak’ası süsü vererek 15 silahlı soygun ve bir kundaklama düzenledi. Yangının kasten çıkarıldığı ve tüm bu saldırıların NSU’yla bağlantılı olduğu 2011 Kasım’ında ortaya çıktı. Örgütün 2004 yılında Köln’de tüm dükkanların Türk olduğu Keupstrasse’de NSU’nun düzenlediği bombalı saldırıda 20’den fazla Türk göçmen ağır yaralandı.

    Örgüt hakkında açılan ve Mayıs 2013’te başlayan davada ise henüz bir ilerleme sağlanamadı. 300’den fazla kanıt dosyasının yok edildiği ortaya çıktı. Davanın üç tanığı evlerinde ölü bulundu, ölüm sebebi belirlenemedi.

    Dava sırasında Alman Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti de Merkel’i, aşırı milliyetçi oluşumlara engel olmamakla eleştirdi.

    Ticaret hacmi artıyor

    Aynı görüşmede, Davutoğlu Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Almanya’yla ekonomik ilişkilere de değindi. İki ülke arasında siyasi birçok soruna rağmen ticaret hacmi büyüyor. 2013’te 38 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2014’ün ilk yarısında 31 milyar dolara ulaşmıştı. Davutoğlu, bu rakamın 50 milyar dolara ulaşmasını hedeflediğini söyledi. Bu rakam 2009’d 20 milyar dolar seviyesindeydi.

    İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler ne kadar gelişmiş olsa da siyasi gelişmelerden kaynaklı duraklamalar görmek mümkün. Ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olduğu ülkelerde kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği mekanizması, Almanya’yla kurulamadı. Onun yerine Mayıs 2013’te ‘Stratejik Diyalog Mekanizması’ kuruldu. Mekanizma kapsamında dışişleri bakanları seviyesinde şimdiye kadar iki kez toplantı yapıldı.

    Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olmasının asıl sebebi ise Almanya’da yaşayan ancak Türkiye’ye yatırım yapmaya devam eden yaklaşık 3 milyon Türk ve turizm için Türkiye’yi tercih eden, hatta çoğunlukla mülk alarak yazlarını burada geçiren Almanlar…

  • Merkel döneminde gerilen ilişkiler

    AK Parti hükümeti henüz ikinci yılını doldurmamışken, 2004 yılı başlarında Ankara, en az on yıl boyunca Türkiye-AB ilişkilerini etkileyecek olan bir konuğu ağırladı: Dönemin Alman ana muhalefet partisi lideri Angela Merkel. Bu Merkel’in Türkiye’ye yaptığı ilk resmi ziyaretti ve Ankara’da hükümet yetkilileri, Türkiye’ye önyargıyla yaklaşan Merkel’le AB üyeliğini masaya yatırmayı planlıyordu.

    Ancak Merkel AB üyeliğinin nasıl mümkün olabileceğini konuşmaya pek niyetli değildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan ile görüşmesinin ardından yapılan ortak basın toplantısında şunları söyledi:

    “Avrupa Birliği içinde büyük sorunlar yaşıyoruz. On yeni ülke daha birliğe katılacak. Türkiye’yi aramıza alacak güçte değiliz. O yüzden Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklif ediyoruz.”

    Gergin geçen basın toplantısında Erdoğan’ın cevabı, “AB’ye tam üyelik dışında Türkiye’nin başka bir alternatifi yoktur. İmtiyazlı ortaklık şimdiye kadar hiçbir ülkeye karşı masaya konulmamıştır” oldu.

    Bu ziyaretten bir buçuk yıl sonra, Sosyal Demokratların halk desteğini kaybettiği 2005 yılında erken seçime giden Almanya’da, birleşmenin ardından ilk kez Doğu Alman kökenli bir siyasetçi olarak Angela Merkel Başbakanlık koltuğuna oturdu.

    Tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ ısrarı

    Merkel, Üst üste seçimleri kazandığı 2005’ten bu yana girdiği seçimlerin hemen hepsini kazanarak iktidarda kaldı ve neredeyse son on yıldır Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üylik yolundaki en büyük engel oldu. Avrupa Birliği’nin lider ülkesi olarak Almanya’nın bu gücü vardı ve Merkel bunu Türkiye’nin üyeliğine karşı yönde kullandı.

    Merkel, 2013 seçimlerinin ardından 2014 başında Berlin’e giden dönemin Başbakanı Erdoğan’la düzenlediği ortak basın toplantısında “Türkiye’nin tam üyeliğine dair tereddütlerim var. Bu ucu açık bir süreç ve bu sürecin ilerlemesini istiyoruz.” dedi.

    Son olarak 2015 Ocak ayında Berlin’de bir araya gelen Merkel ve Başbakan Davutoğlu, ortak basın toplantısı düzenledi. Merkel, Türkiye’nin AB adaylığı konusunda fikrini değiştirmediğini söyleyerek, “Tam üyelik konusundaki kuşkularımın yanında her zaman müzakere sürecinin sürdürülmesini destekledim.” dedi.

    Almanya ile ilişkiler özellikle 2013 yılındaki Gezi olaylarından sonra daha sıkıntılı bir hal aldı. Alman devletinin bilhassa Arap Baharı’ndan sonra izlediği bölge politikaları, Berlin’in bu çerçevede Türkiye’ye bakışı ve yaptığı hamleler ilişkilerde büyük sıkıntılara yol açtı.

    ‘Almanya’yı da göreceğiz bakalım neler yapacak?’

    Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkinin gerilmesine yol açan son gelişme, haklarında yakalama kararı bulunan eski savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın Gürcistan üzerinden Almanya’ya kaçışı oldu.

    “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ile “cebir, şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya, görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçlarını işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluştuğu gerekçesiyle bu savcılar hakkında tutuklama kararı çıkmıştı. Savcılar, hükümetteki bakanlara uzanan 17-25 Aralık soruşturmalarında yasal yetkilerini aştıkları gerekçesiyle Mayıs 2015’te meslekten ihraç edilmişti.

    Eski savcıların Almanya’da olduğu ortaya çıkınca, kırmızı bülten çıkarılması için girişimler başladı. Erdoğan,“Bu kırmızı bültenle beraber Almanya’yı da göreceğiz, bakalım ne yapacak. Oldu oldu, olmadığı takdirde Almanya bizden herhangi bir suçluyu bundan sonra Tayyip Erdoğan imzasıyla isteyemez, alamaz, vermem. Herkes uluslararası hukukun gereği neyse bunu yerine getirecek, getirmediği takdirde biz de aynen mukabiliyle cevap veririz” dedi.

    Almanya patriot füzelerini geri çekme kararı aldı

    2012 yılı sonunda Suriye’den atılan füzelerin hedefi olan Türk vatandaşı sivillerin ölümünün ardından Türkiye, NATO’dan hava savunma desteği istedi. 2013 Ocak ayında, ABD ve Hollanda’ya ek olarak Almanya da iki patriot füzesi göndererek Türkiye’nin bu talebine karşılık verdi.

    2013’te iki patriot bataryası, füzeler ve 400 Alman askeriyle başlayan görev, iki kez birer yıllık sürelerle uzatıldı. Son olarak 2015 Mart ayında Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen Kahramanmaraş’taki birliği ziyaret ederek, Suriye’deki savaş bitinceye kadar patriotların Türkiye’de kalacağını söyledi.

    Ancak bu ziyaretin ardından, Ağustos ayında Almanya görev süresini bir daha uzatmama kararı aldı. Buna göre patriot bataryaları ve sayısı şu an için 250’yi bulan Alman askerleri en geç 2016 Ocak ayına kadar Türkiye’den çekilecek.

    Alman Savunma Bakanlığı sözcüsü, ‘Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehdidin kalktığını’ söylüyordu ancak bu açıklamayı kimse inandırıcı bulmadı. Bu hamlenin Türkiye’nin Suriye’ye yönelik daha aktif bir tutum sergileyeceği yönünde mesajlar verdiği günlere rastlaması dikkat çekti.

    Rojava’dan çıkan ‘Alman ajanlar’

    Almanya’nın patriot bataryalarını geri çekme kararı aldığı sıralarda, Suriye’nin kuzeyinden bir haber geldi. PYD saflarında savaşa katılan bir Alman’ın ölüm haberiydi bu. Ancak ölen kişi sıradan bir Alman vatandaşı değil, basına yansıyan haberlere göre Kevin Joachim adında bir Alman istihbarat elemanıydı.

    Milliyet gazetesi Alman ajanın Suriye’nin kuzeyinden Kandil’e geçtiği sırada Türkiye’nin düzenlediği hava operasyonları sırasında öldürüldüğünü duyurdu. Joachim’in cenazesinin Türkiye’den geçmesine izin verilmeyince, Almanya’nın Erbil üzerinden cenazeyi alarak Karlsruhe yakınlarında defnettiği yazıldı.

    Türk hükümetine yakın Sabah gazetesi de Joachim’in bölgedeki Kürtlerle çalışan bir ajan olduğunu, Joachim dışında altı Alman ajanının daha Kandil ve Suriye’de Kürt savaşçıları eğittiğini yazdı.

    PKK’nın Suriye’deki silahlı kolu YPG ise bu haberleri yalanlayarak Joachim’in ‘Dilsoz Bahar kod adıyla YPG saflarında çatışan bir savaşçı’ olduğu açıklamasını yaptı.

    İki Türk vatandaşı ‘istihbarat topladığı’ gerekçesiyle tutuklandı

    Alman ajanların Irak ve Suriye’de Kürt birliklerini eğittiği iddiaları yalanlanırken, Almanya 19 Aralık’ta ‘Türk ajanı’ oldukları iddiasıyla iki Türk vatandaşını gözaltına aldı. Alman savcı , 2013 Şubat ayından 2014 Aralık ayına kadar Türk İstihbarat ajansına çalıştığını iddia ettiği bu kişilerle ilgili suç duyurusunda bulundu. Grubun lideri olduğu ve Türkiye’deki üsleriyle iletişimi sağladığı ileri sürülen Muhammed Taha G. isimli Türk vatandaşı cezaevinde davanın başlamasını beklerken, gözaltına alınan diğer iki kişi, Göksel G. ve Ahmet Duran Y. serbest bırakıldı.

    Dava 9 Eylül tarihinde başladı. Detaylar resmi ağızlardan kamuoyuyla paylaşılmıyor. Ancak Alman Deutche Welle gazetesinin haberine göre, ilk duruşmada sanıklara Türk hükümetiyle ve MİT’le ilişkileri olup olmadığı soruldu. Gözaltına alınmadan önce Almanya’da kendisini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı olarak tanıttığı ileri sürülen ve dava gününe kadar gözaltında tutulan Muhammed Taha G.’nin avukatı bu soruyu yanıtsız bıraktı.

    Bugüne kadar konuyla ilgili Ankara’dan tek açıklama Türk Dışişleri’nden geldi. Dışişleri Bakanlığı, bu kişilerin MİT’le ilişkili olduğu iddialarını reddediyor. Kararın 25 Aralık’ta çıkması bekleniyor. Eğer bu kişilerin casusluk yaptığına karar verilirse beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilirler.

    Almanya’nın kulakları Türkiye’nin üzerinde

    Almanya iki Türk vatandaşını ‘istihbarat topladıkları’ gerekçesiyle gözaltına almadan önce, Almanya’nın Türkiye’yi 1976 yılından beri dinlediği iddiaları iki ülke arasındaki ilişkilerin bir hayli gerilmesine yol açmıştı.

    Focus dergisinin Ağustos 2014’te yayınladığı habere göre, Alman istihbarat örgütü BND 1976’da dönemin başbakanı Schmidt’in izniyle Türk yetkilileri dinlemeye başladı. Son dönemde dinlemeler Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının da bilgisi dahilinde devam etti.

    Türkiye’den dinlemelere ilişkin inceleme yapıldığı açıklamasından başka açıklama gelmedi. 18 Ağustos’ta Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Görüşmede, dinleme iddialarının doğru olması halinde Türkiye’nin “büyük hayal kırıklığı duyacağı” elçiye belirtildi.

    Focusdergisi’nin haberinin ardından birçok Alman gazete ve dergisinde, ‘ismini açıklamak istemeyen kaynaklara dayandırılarak’ bu haberin doğrulandığı belirtildi. İddialar gündemdeki yerini korurken Eylül ayında Galler’de yapılan NATO zirvesinde, Erdoğan ve Merkel bir araya geldi. Toplantının kameralara açık bölümünde Merkel’in her zamanki sert tutumu bu kez gözlenmedi.

    Görüşmeye katılan dönemin dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Erdoğan’ın Merkel’e dinlemeleri sorduğunu, Merkel’in ise ‘bu konuda bize güvenmenizi istiyoruz’ dediğini açıkladı.

    Her iki olay da Alman basınında Türkiye’deki muhalif gruplar ve PKK ile ilişkilendirildi. Ajanlık iddiasıyla tutuklananların Almanya’da yaşayan PKK sempatizanları veya diğer muhaliflere yönelik çalışmalar yaptığı haberleri çıktı. Dinlemelerin de AB üyesi olan Türkiye’nin PKK konusunda yapacaklarının önceden bilinmesinin, olası tehlikeleri önlemek için yapılmış olabileceği yazıldı.

    Neo-nazi yapılanması

    Almanya’daki Türklere yönelik ırkçı saldırılar, kundaklamalar ve Alman makamlarının bu konuda Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını tatmin etmeyen tedbirleri de Ankara – Berlin ilişkilerini olumsuz etkiliyor.

    “Eğer bir Alman cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelip yanlış bilgilerle ‘Türkiye’nin geleceğinden kaygı duyuyorum’ gibi bir söz sarf ederse biz de her Alman şehrine gider Neonaziler dolayısıyla ‘Almanya’nın geleceğinden kaygı duyuyoruz’ deriz.

    “Eğer kaygı duyacaksak Avrupa sokaklarına nüfuz etmiş olan ırkçılıktan kaygı duyalım, İslamofobiden kaygı duyalım, kundaklanan Türk evleri dolayısıyla kaygı duyalım, duvarlarına hakaretler yazılan mescitler dolayısıyla kaygı duyalım. Saygı görmek isteyen saygı gösterecek bize ama kimse bize ikinci sınıf Avrupalı muamelesi yapamaz.”

    Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Mayıs 2014’te söylediği bu sözler, Almanya’da süren ancak hiçbir gelişme kaydedilemeyen Neo-nazi davasıyla ilgili yaptığı en sert açıklamaydı…

    Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un Türkiye ziyaretinde ‘Türk demokrasisiyle ilgili kaygı duyduğunu’ söylemesi ve Ankara’da öğrencilerle buluşmasında “Türkiye’nin geleceğinden kaygılıyım” demesinin ardından geldi.

    Merkel döneminin öncesine dayanan ancak Merkel döneminde de Türk-Alman ilişkilerinde etkili olan başka bir olay, Almanya’daki bu neo-nazi oluşumlar ve Türklere yönelik kundaklamalardı.

    13 yılda sekizi Türk on kişiyi öldüren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı örgütün hakkında açılan davada henüz bir ilerleme sağlanmadı.

    Örgüt, Türkleri hedef alan iki bombalı saldırı, adi bir hırsızlık vak’ası süsü vererek 15 silahlı soygun ve bir kundaklama düzenledi. Yangının kasten çıkarıldığı ve tüm bu saldırıların NSU’yla bağlantılı olduğu 2011 Kasım’ında ortaya çıktı. Örgütün 2004 yılında Köln’de tüm dükkanların Türk olduğu Keupstrasse’de NSU’nun düzenlediği bombalı saldırıda 20’den fazla Türk göçmen ağır yaralandı.

    Örgüt hakkında açılan ve Mayıs 2013’te başlayan davada ise henüz bir ilerleme sağlanamadı. 300’den fazla kanıt dosyasının yok edildiği ortaya çıktı. Davanın üç tanığı evlerinde ölü bulundu, ölüm sebebi belirlenemedi.

    Dava sırasında Alman Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti de Merkel’i, aşırı milliyetçi oluşumlara engel olmamakla eleştirdi.

    Ticaret hacmi artıyor

    Aynı görüşmede, Davutoğlu Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Almanya’yla ekonomik ilişkilere de değindi. İki ülke arasında siyasi birçok soruna rağmen ticaret hacmi büyüyor. 2013’te 38 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2014’ün ilk yarısında 31 milyar dolara ulaşmıştı. Davutoğlu, bu rakamın 50 milyar dolara ulaşmasını hedeflediğini söyledi. Bu rakam 2009’d 20 milyar dolar seviyesindeydi.

    İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler ne kadar gelişmiş olsa da siyasi gelişmelerden kaynaklı duraklamalar görmek mümkün. Ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olduğu ülkelerde kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği mekanizması, Almanya’yla kurulamadı. Onun yerine Mayıs 2013’te ‘Stratejik Diyalog Mekanizması’ kuruldu. Mekanizma kapsamında dışişleri bakanları seviyesinde şimdiye kadar iki kez toplantı yapıldı.

    Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olmasının asıl sebebi ise Almanya’da yaşayan ancak Türkiye’ye yatırım yapmaya devam eden yaklaşık 3 milyon Türk ve turizm için Türkiye’yi tercih eden, hatta çoğunlukla mülk alarak yazlarını burada geçiren Almanlar…

  • Kitap okumak ağrıyı azaltıyor

    Kitap okumak ağrıyı azaltıyor

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.