Kategori: Magazin

  • Mucize ekmek şifa verecek

    Mucize ekmek şifa verecek

    Japonya Sağlık Bakanlığı tarafından kansere karşı ilaç olarak kabul edilen reishi mantarından zararlı kimyasal kullanmadan özüt elde etmeyi başaran Yrd. Doç. Dr. Ruhan Aşkın Uzel, elde ettiği özütün ekmek yapımında kullanılmasını sağladı.

    Pek çok ödül aldı

    TÜRKİYE’nin başlıca besin kaynağı ekmek artık sağlığımızı da koruyacak. İzmir Yaşar Üniversitesi MYO Gıda İşleme Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ruhan Aşkın Uzel, bitkilerin mucizevi kralı olarak adlandırılan reishi mantarını (ganoderma lucidum) kullanarak bir proje hazırladı. Uzel’in elde ettiği özütle yaptığı ekmek projesi pek çok ödül aldı.

    Ölümsüzlük Mantarı

    UZEL, ganoekmekle Dokuz Eylül Üniversitesi Girişimcilik Akademisi tarafından düzenlenen 4. Girişimci Proje Yarışması’nda birincilik ödülü aldı. Uzel, “Etkileri tıbben kanıtlanmış ve artık Türkiye’de de üretilen reishi isimli ölümsüzlük mantarından elde edilen biyoaktif maddelerin ekmek içinde kullanılmasını amaçladık” diye konuştu.

    Ruhan Aşkın Uzel, “Ganoekmek adı altında tasarladığımız projeyle antiseptik, ateş düşürücü, sindirim sistemini ve kandaki şeker seviyesini düzenleyici etkileri olan reishi mantarını ekmek yapımında kullanarak pratik olarak tüketilmesini hedefledik” dedi.

  • Hükümetten sağlık çalışanlarına  yeni haklar

    Hükümetten sağlık çalışanlarına yeni haklar

    Başbakan Davutoğlu Ankara’da Sağlık Bakanlığı’nın “Şifa Veren Ele Vefa” adlı etkinliğinde bir konuşma yaptı. Davutoğlu fazla mesai ücretlerine zam, daha yüksek emekli maaşı ve erken emeklilik gibi bir dizi yeni imkân ve hak getirileceğini söyledi:

    “Evvelki gece Sağlık Bakanımız ile konuştuk. Tıp Bayramı münasebetiyle sağlık çalışanlarımızın nöbet ücretlerinde yüzde 50 zam yapıyoruz. Acil servislerde ve riskli noktalarda çalışanların mesai ücretlerine yüzde 75 zam yapıyoruz. Sabit döner sermayeden gelen gelirlerse, isterseler daha fazla kesinti yapıp daha fazla emekli maaşı almaları sağlanacak. Hekim sayımızda açık var. Çalışmak isteyen hekimlere 70 yaşına kadar çalışma imkânı getireceğiz. Mali sorumluluk tazminatında 400 bin TL’lik limit, 600 ila 800 bin TL’ye çıkarılacak. Ayda belli saat nöbet tutan hekimlerimize kademeli olarak emeklilikte fiili yıpranma hakkı verilecek.”

    “Sağlık çalışanlarını anlamalıyız”

    “En güzel hastaneleri kurabiliriz ama insan faktörü olmadan ne araçlar, ne kanunlar işe yarar” diyen Davutoğlu, sağlıkta gelişimin doktorlara bağlı olduğunu söyledi. Başbakan “Devletin saadeti insanın sıhhatine bağlıdır” dedi ve şöyle devam etti:

    “Hastanedeki her ortamda, o telaşlı koşuşturma içinde, belki zihninde beş hastayı aynı anda taşıyarak, oradan oraya koşturan doktorların, hemşirelerin, hasta bakıcıların haletiruhiyesini anlamadan, yaşadığı küçük bir sorun dolayısıyla onlara saldırma cüreti, küstahlığı gösteren kişilerin merhamet yoksunu olduğuna inanıyorum.”

    “Kadına şiddet alkol ve uyuşturucu bağımlılarından geliyor”

    Davutoğlu sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önüne geçilmesi için çağrı yaparken, kadına yönelik şiddete de dikkat çekti. Başbakan “Kadına şiddet özellikle alkol ve uyuşturucu bağımlısı kesimden geliyor. Buna da dikkat etmemiz lazım” dedi.

    Başbakan iç güvenlik paketinde sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle mücadele için bir düzenleme getirileceğini belirtip, “Hem şifa veren sağlık çalışanına saldıracaksın hem de arka kapıdan çıkacaksın. Bir hesap vereceksin. Vaka adli makamlara tevdi edilecek” diye konuştu.

  • Uyanır uyanmaz bu testi yapın!

    Uyanır uyanmaz bu testi yapın!

    Sultangazi Kaymakamlığı ve Fatih Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği işbirliğiyle Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi’nde “Hastamı Görüyorum Mutluyum” projesi hayata geçirildi. Projeyle, evde sağlık hizmetleri biriminin takibinde olan hastalar, ihtiyaç halinde zaman kaybı yaşamadan hastanede görev yapan uzman hekimlere ulaşma fırsatı buluyor.

    Tabletle bağlantı kuruluyor

    Uygulamada, ziyaret esnasında konsültasyon ihtiyacı duyulan hastalar için branş hekimiyle tablet bilgisayarlar aracılığıyla bağlantı kuruluyor. Hastanın mobil ortamda uzman hekim tarafından konsültasyonunun yapılması ardından evde sağlık ekipleri, hastaya yönelik müdahaleleri gerçekleştiriyor. Hekimin görüşme sırasında ihtiyaç duyduğu laboratuvar tetkikleri, ekipteki sağlık personeli tarafından hastanın kan numunelerinin alınmasıyla anında karşılanıyor.

    Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi Yöneticisi Dr. Çetin Özen Koç, projenin ulaşılabilirliği hızlandırmak ve hastaların evde aldıkları sağlık hizmetini mümkün olduğunca artırmak amacıyla hayata geçirildiğini kaydetti.

    İlçede bin 800 hasta hizmet alıyor

    İlçede, hizmetten faydalanan yaklaşık 1800 hasta olduğunu dile getiren Koç, proje kapsamında Gaziosmanpaşa’da da ihtiyaç duyan hastalara yönelik çalışma başlatıldığını belirtti. Koç şöyle konuştu:

    “Bu tür durumlarda ekiplerimizin hızlı bir şekilde bilgi almaları gerektiğinde, görüntülü olarak uzman hekim arkadaşlarımıza ulaşılmasını sağlıyoruz. Bu sayede hastanın gereksiz yere hastaneye gelmemiş oluyor. Hasta yakınları da hasta da bundan dolayı çok rahat ediyor. Evde çözülebilecek sorunları hemen çözüyoruz, çözülemeyecek gibiyse de hastamızı hastaneye alıyoruz. Böylece hem zaman kaybını ve hastanın hastaneye gel-gitlerini önlüyoruz hem de hasta yakınının yükünü azaltıyoruz. Hastalar bu konuda çok memnunlar. Bu projeyi bizim bölgemizde deneyeceğiz, başarılı olursa diğer ilçelerde de hayata geçirilecek.”

    Evde online sağlık hizmeti alan hastalar ne diyor?

    Evde bakım hizmeti alan akciğer, kalp ritim bozukluğu, şeker ve tansiyon gibi rahatsızlıkları olan Mustafa Uğurlu, hizmetten memnun olduklarıını söyledi. Uğurlu, “Ben yürüyemiyorum. Önceden arabayla gidip geliyordum hastanelere. Pek yakında hastaneye gitmedik. Bana evde kan tahlili yapılıyor. Allah razı olsun doktorlar buraya geliyor, biz bakıyorlar” dedi. Uğurlu’nun kızı Gülşen Uğurlu da daha önce evde bakım hizmetini bilmediklerini ifade ederek, babasını hastaneye götürürken ciddi sıkıntılar yaşadıklarını dile getirdi.

    “Bu hizmetten ve evde sağlık personelinden çok memnunuz. Zaten üç haftada bir geliyorlar. Babamın kanı alınıyor, iğneyle takibi yapılıyor. Sadece kan sonuçlarını almak için hastaneye gidiyorum. Saat 15.00’ten sonra da zaten sonuçlar veriliyor ve doktora gösteriyorum. Eskisi gibi zorlanmıyorum. Bu hizmet hayatımızı çok kolaylaştırdı. Ben tek başıma babamla ilgilendiğim için taksilerle hastaneye giderken gelirken çok zorluk yaşamıştık. Ancak şimdi çok rahatız. Görüntülü uygulama sayesinde de hastaneye boş yere gitmek zorunda kalmıyoruz. Doktorlarımız sorunlarımızı buradaki görüşmemizde çözemiyorsa bizi hastaneye çağırıyor.”

    Evde bakım hizmeti 1 yıl önce başladı

    Kalp, şeker, hipertansiyon, sedef gibi rahatsızlıkları olduğunu belirten Cevat Çağlayan, hastalıkları nedeniyle çeşitli ameliyatlar geçirdiğini söyledii ve ekledi:

    “Bu hizmetle 1 yıl önce tanıştım. Evde kanımın alınması gerekiyor, bunun için eve gelip bize hizmet veriyorlar. Kanımı alıyorlar, tahlillerimi yapıyorlar, ilaçları nasıl kullanmam gerektiğini anlatıyorlar. Hizmetten çok memnunuz. Allah bin kere razı olsun. Yoksa beni kim indirecek, kim çıkaracak buraya? Evde bakım çalışanlarına çok çok dua ediyoruz.”

  • Sağlık çalışanlarına yıpranma payı

    Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’a göre, Fethullah Gülen Örgütü’nün kendisini ‘sivil bir beşinci kol faaliyeti gibi organize etmesi’ iktidarları işbirliğine ikna etti. Kurtulmuş, “ Sivil siyaset bir çok saldırılarla karşı karşıya kalmış ve kendisini korumak için ittifak yapacağı sivil unsurlardan birisi olarak bu FETÖ örgütlenmesi görülmüş” dedi. Başbakan Yardımcısı siyaset adına bir pişmanlığı dile getirdi: Bu adamın düşünce kodları çok açıktı. Keşke vakti zamanında bu sinyaller olumlu bir şekilde alınsa ve bunlar hiçbir şekilde devlete sokulmasaydı.

    Kurtulmuş, darbe geleneğinin Osmanlıdan kalan bir tortu olduğunu söyledi. 15 Temmuz girişiminden çıkarılması gereken dört temel ders olduğunu belirten Kurtulmuş’a göre bunlardan ilki, demokratik çoğulculuğu korumak ve geliştirmek. Başbakan Yardımcısı Al Jazeera’nın sorularını yanıtladı.

    Sizce 15 Temmuz askeri darbe girişiminden çıkan en önemli ders ne?

    Çok ders var.

    15 Temmuz’dan çıkan en önemli ders, demokrasi ve çok sesliliğin ne kadar anlamlı ve değerli olduğunu gördük. Önceki darbelerde TRT’de bir bildiri okunduğu zaman her şey biterdi. Ama Türkiye’de çok seslilik ve medyanın büyük bir sınav vererek demokrasiye sahip çıkması, darbecilerin sesini kıstı ve çok kısa bir süre içerisinde açtıkları tuzağa kendileri düştüler. Dolayısıyla bizim çok sesliliği, demokratik çoğulculuğu korumak, geliştirmekten başka bir seçeneğimiz yoktur birincisi bu.

    İkinci ders

    İkincisi; devletin içerisindeki paralel yapıların önlenmesi için devletin şeffaflaştırılmasının zorunlu olduğunu anlamış, ders olarak bunu çıkarmış olduk. Buradan şunu kastediyorum. Devletin bir takım kadroları, mekanizmaları vatandaşların bir kısmına kapalı olursa…Örneğin 28 Şubat’ta ordu içerisindeki insanlara şöyle bir yanlış yapıldı, ‘bakın subayların evlerine gidin eşleri ne yapıyor, evlerinde dini ibadetlerini yapıyorlar mı ya da bir takım sosyal toplantılara geliyorlar mı, içki içiyorlar mı’ gibi son derece absürt, son derece askerlik mesleğinin doğası ile ilgili olmayan fişlemeler yapılırsa, toplumun geniş muhafazakar kesimleri kenarda bırakılırsa, FETO diye bir adam çıkıyor, onun kurduğu FETÖ diye bir örgüt ortaya çıkıyor. O örgüt diyor ki ‘Gel arkadaş ben seni alırım ve ben seni ordunun içerisinde yükseltirim’. Böylece paralel bir yapılanma ortaya çıkıyor.

    Buradan bizim karşımıza çıkan sonuç şudur: bizim devletin bütün kadrolarını milletin tamamına açmamız lazım. Bunun için de ehliyet, liyakat ve sadakatten başka hiçbir prensip aramadan, 79 milyonun hepsinin sahibi olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurmamız lazım.

    Üçüncü ders

    Üçüncüsü; Türkiye’nin bu tür anti demokratik saldırılardan kurtuluşunun bir tek yolu var. O da reform ve demokratikleşme sürecine hızla devam etmek. Bunlar ne istiyorlar? İçimize kapanmamızı istiyorlar. Türkiye’nin anti demokratik bir sürecin içerisine girmesini istiyorlar. Biz de tam tersine demokrasiyi daha güçlendireceğiz, standartlarımızı daha yükselteceğiz ve bu anlamda reformları, ekonomide ve siyasette -65. Hükümet olarak zaten hükümet programında ortaya koyduğumuz- reformları eksiksiz bir şekilde uygulamaya koyacağız.

    Dördüncü ders

    Dördüncü olarak çıkardığımız sonuç ise siyasetin dili ve üslubudur. Yıllardır siyasetin dili ve üslubu zaman zaman büyük gerilimler, ötekileştirmeler, düşmanlaştırmalar üzerinden maalesef kurgulanmıştır. Onun ne kadar geçersiz ve yanlış olduğunu bir kez daha gördük.

    Siyaseten çok farklı noktalarda duracağız, demokratik ölçülerde çok sıkı mücadeleler vereceğiz, hatta rakip olan siyasi partiler bu anlamda birbirlerine göz açtırmayacaklar. Bunların hepsi kabul. Ama siyaset nihayetinde bir rekabet alanıdır. Düşmanlık alanı değildir. Dolayısıyla bir rekabet dili içerisinde siyasette düşmanlıkları bertaraf edeceğiz, ortak ittifaklarımız üzerinden de milli birlik ve beraberliğimizi artıracak adımlar atacağız.

    Bu dördü bu darbe girişiminin bize vermiş olduğu derslerdir. Bunlardan hızla ders çıkardığımızı ortaya koyduk ve reformlara hızla başladık.

    Örneğin bir daha TSK’nın bir darbe zemini olarak kullanılmasını önlemek için TSK’nın yeniden yapılanması hızla gerçekleştirildi. İlk sivil YAŞ toplantısı bunun görüntülerinden birisidir. YAŞ’ın yapısı değişti. Kuvvet komutanlıkları MSB’ye, Jandarma ve Sahil Güvenlik İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. Askeri Yüksek Yargı sadece bir disiplin mekanizması haline geldi. Ayrıca subay havuzunun çeşitlendirilmesi için dışardan da harp okullarına öğrenci alınmasını sağlayacak imkân ortaya çıktı. Milli Savunma Üniversitesi’nin kurulmasına karar verildi. Askeri hastaneler sivilleşti ve benzeri uygulamalar.

    ‘3. Selim’den bu yana bir darbe geleneği var’

    Bu çok önemli. 3. Selim’den bu yana Türkiye’de bir darbe geleneği var. Osmanlı’dan kalma bir tortu. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti tarihinde beş darbe var. Bunların bir tanesinde Başbakan, bakanlar idam edilmiş. Bir tanesinde başbakanın altından zorla koltuğu alınmış. 7 – 8’de darbe teşebbüsü var. Artık hiç kimse aklının ucundan, ‘ben darbe yapabilirim’, ‘ben darbeye hazırlık yapabilirim’, dahi geçmesin. Böyle bir şey olmayacak. Türkiye bu anlamda yapısal reformları hızlı bir şekilde gerçekleştiriyor. İnşallah demokrasisinin standardını artırarak darbecilere karşı en büyük cevabı vermiş olacak.

    Fethullah Gülen Terör Örgütü olarak Mayıs ayındaki MGK toplantısında devletin belgelerine girdi. Ama Gülen Örgütü yeni bir örgüt değil. 1990’ların ikinci yarısından itibaren yazılmış raporlar, yapılmış uyarılar var. Dolayısıyla AK Parti öncesindeki dönemden başlayan bir hareket var, bir takım tespitler var. Buna rağmen AK Parti’nin bu örgüte devlet içinde yer açmasını neye bağlıyorsunuz? AK Parti bana bir şey olmaz mı dedi? Kendisine mi güvendi? Bu kadarını mı beklemedi?

    Dediğiniz gibi FETÖ yapılanması sadece AK Parti dönemiyle ilgili değil. 1970’lerin başından itibaren başlayan devletin içerisine sızma harekâtı. Ama bu örgütün esas görünür yüzü, suyun üstündeki görünen kısmı, sivil. Okullar, bir takım sivil toplum kuruluşları üzerinden yardım faaliyetleri organize etme, son derece sivil, “sempatik” görünen beşinci kol faaliyeti gibi aslında bunu organize etmişler.

    ‘Sivil kısım, işbirliği yapılacak bir alan gibi görülmüş’

    Dolayısıyla bu görünen sivil kısmı, siyasetin de işbirliği yapacağı bir alan gibi görülmüş. Bunu açıkçası itiraf etmek lazım.

    İkincisi; Türkiye’de eskiden de bir derin devlet yapılanması, baskıcı, bizim bürokratik oligarşi dediğimiz, devletin gücünü, sopasını elinde bulunduran resmi ideolojinin üzerine oturan, maalesef çok sıkı bir yapılanma var. 28 Şubat’ı, 12 Eylül’ü,12 Mart, 1960 darbesini, bu zihniyet yapmış. AK Parti dönemine geldiğiniz zaman, 27 Nisan bildirisinin hazırlanması, bu eski baskıcı anlayışın, o eski derin anlayışın bir tezahürü. AK Parti’nin kapatılma davası aynı şekilde.

    Sivil siyaset bir çok saldırılarla karşı karşıya kalmış ve saldırılardan kendisini korumak için ittifak yapacağı sivil unsurlardan birisi olarak bu FETÖ örgütlenmesi görülmüş. Hem sivil iktidarları kullanarak devlette yerleşmiş, hem de devletteki bu varlığı nedeniyle sivil iktidarlar için de işbirliği yapılacak bir araç olarak görülmüş. Dolayısıyla burada, sivil toplum ayağı, devlet içerisindeki yapılanması ayağı bakımından da maalesef hep sivil iktidarlar tarafından bir şekilde müsamaha görmüş, desteklenmiş, önü açılmış. Onlar da zaten hayatları boyunca hep iktidar kimdeyse onun kanatları altına girmişler. Rahmetli Ecevit’in, rahmetli Demirel’in, Tansu Hanım’ın, Mesut Bey’in… Kim iktidardaysa onların koltukları altına girmişler ve ortaya çıkmışlar.

    Maalesef 17 – 25 Aralık’tan sonra, bunların sadece devletin belli kurumlarında var olarak devlete hizmet etmek değil, kendi paralel örgütlenme yapılarına destek olduğu artık ayan beyan ortaya çıkmış, görülmüş. Daha evvel de bunların işaretlerini vermişlerdi.

    ‘Keşke siyaset işaretleri görüp, tedbir almış olsaydı’

    Keşke sivil siyaset daha öne bunun işaretlerini görüp tedbirlerini çok daha evvelden almış olsaydı. 28 Şubat’ta bakıyorsunuz 28 Şubat’ın, 12 Eylül’de 12 Eylül’ün kanatları altındalar. Hep milli iradenin karşısında durmuşlar, hep milli iradenin karşısında olan güçlerden destek almaya çalışmışlar. 28 Şubat’taki o sözleri unutmuyoruz, ‘Refah Partisi’ni kapatmayın, kapatma tehdidiyle seçime sokun’. İmam hatipler kapatılıyor, ‘İslam sadece imam hatiplerde mi okutuluyor, ne olur imam hatipler kapatılsa’ demeci. ‘Başörtüsü teferruattandır’ demeci. Bütün bunlarla aslında sadece İslami camiaya, muhafazakar kesime bir şey söylemiyor. Darbecilere ‘doğru yapıyorsunuz’ diyor ve darbecilere meşruiyet sağlıyor. Bu adamın düşünce kodları çok açıktı. Keşke vakti zamanında bu sinyaller olumlu bir şekilde alınsa ve bunlar hiçbir şekilde devlete sokulmasaydı.

    Doğru bir okuma yapılmadı yani siyasiler tarafından…

    Siyasetin türbülansları içinde maalesef siyaset doğru okuyamadı.

    ‘Kimi nerede bulsalar infaz edeceklerdi’

    Sizce 15 temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı ne olurdu? Sadece iktidarı değiştirmek değildi herhalde? Neydi hedef?

    Allah muhafaza bunu düşünmek bile istemiyoruz. O gece yaşadıklarımızı biz burada sabaha kadar ne zorluklar yaşadığımızı biliyoruz. Kıl payı döndü Türkiye uçurumun kıyısından. Bir kere bunların anladığımız kadarıyla yönetim değişikliği öyle mahkemelerle falan da uğraşmayacaklardı. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, kimi nerede bulsalar infaz edeceklerdi. Bu kararlılıkla yola çıktıkları görünüyor. Geneline baktığınız zaman korkak. ’Zulmeden korkar’ diye bir söz var biliyorsunuz. Bunun üzerinden hareket ettiler. Ama esas hedefleri Türkiye’de sadece bir yönetim değişikliği değil. Hemen çok kanlı bir şekilde darbe yapıp iç savaşı başlatmak, iç savaşın sonucunda da Türkiye’yi yabancı işgale hazır hale getirmek.

    Kimin işgaline?

    İşte orta doğuyu görüyorsunuz. Orada kimlerin işgali varsa onların işgali. Saddam zamanında çok güçlü Irak, bugünkü bölünmüş, parçalanmış haline 20 ayda gelmiş. Bugün üzerinde konuştuğumuz Suriye, bir buçuk senede bugünkü parçalanmış haline gelmiş. Allah korusun siyasi istikrar ortadan kalkarsa, yani ülkenin tek elden yönetilmesi imkanı ortadan kalkar, büyük bir siyasi kaos, kriz ortaya çıkarsa, ondan sonra o istikrarsızlığın nerede duracağı belli değil. Örnek Suriye, Irak, Libya’dır. Bu darbenin bir numaralı hedefi bu anlamda Türkiye’nin siyasi istikrarıydı.

    “Askeri diktatörlük peşinde koşan dini kült”

    Şeriat devleti kurmak istemiş olabilirler mi?

    Ben bunları açıkçası şöyle tanımlıyorum: Dini kült. Ana akım İslam inancının dışında, çok sayıda sapık, hurafe düşünceleri olan, örneğin sadece kendi örgütlerine mensup olanların bir Müslüman sayılması, diğerlerine tekfirci bir anlayış ile yaklaşılması gibi, bir sürü sapkınlıkları olan bir dini kült. Ama sadece bir dini kült değil, askeri diktatörlük peşinde koşan bir dini kült. Bunları böyle tanımlamak lazım.

    Bu anlamda batılıların da çok daha iyi anlayacaklarını düşünüyorum. Mesela Opus Dei gibi, David Coresh tarikatı [Davidian kültü veya Waco kültü olarak bilinir]gibi. Bir tarikat ya da bir dini kült ama sonuçta nihai amaçları Türkiye’yi ele geçirmek. Bunu yaparken de askeri diktatörlük oluşturmak. 15 Temmuz da bunun açık ispatıdır.

    “Siyasi ayağının olmaması düşünülemez”

    Kurumlarda temizlik başladı ama bu darbe girişiminin siyasi uzantıları konusunda şu anda yansımış bir şey yok. Meclis’te 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak için bir komisyon kuruluyor. Oradan bir siyasi sonuç çıkmasını beklenmeli mi? Yoksa bu faaliyet bir istihbarat faaliyeti olarak mı devam etmeli?

    Bir kere 40 yılın birikiminin öyle 40 günde temizlenmesini beklememek lâzım. Çok uzun ama çok kararlı bir mücadele gerektiriyor. Bunun için de ölçümüz bu örgütle irtibatlı, iltisaklı kimseye merhamet göstermeden ama bu örgütle hiçbir şekilde irtibatı olmayan insanlara da haksızlık yapmadan, adaletsiz davranmadan bu temizlik sürecinin sürdürülmesidir.

    Tabii ki böylesine önemli bir kalkışmanın, devleti ele geçirme, Türkiye’yi bir işgale hazırlama projesinin siyasi ayağının olmaması düşünülemez. Hele hele kurulduğu günden itibaren neredeyse siyasi iktidarlarla çok içli dışlı olan onların kanatları altında faaliyet gösteren bir örgütün siyaset ayağının olmaması asla düşünülemez. Mutlaka vardır. Araştırılması gerekir. Bu da siyasetin vazifesi değil savcıların vazifesidir. Savcılar burada titizlikle bu örgütün irtibatlı, iltisaklı siyasi kişileri, kurumları bunları da ortaya çıkarmalıdır.

    Bu süreçte, iyi saklanmalar, gjzlenmeler görüldü. En yakında olan isimlerin, yaverlerin, korumaların …Sizin ‘benim de yakınımda var mıdır’ diye endişeniz var mı?

    Olabilir ama korkunun ecele faydası yok.

    Biz tedbir almak durumundayız. Bunlar bu anlamda çok iyi bir istihbarat eğitimi de aldıkları için, kendilerini çok iyi gizlemeyi bilen insanlar. Paranoyak bir korku, takıntı haline getirmemek lazım. Devleti şeffaflaştırıp, işlerimizi şeffaf, açık bir şekilde yaparsak, Allah’a vereceğimiz hesapta net ve açık olursak, hiçbir kulun karşısında hesap vermekten korkmayız. Dolayısıyla ‘bunlar gizli bir şekilde gelecekler, sağımızda olurlar, solumuzda olurlar’… Biz millete hizmet yolunda devam edeceğiz. Siyasette çok sık söylenen bir şey var hepimiz zaten kefenimizi giyip bu yola çıktık. Demirden korkan trene binmez.

  • Doktorsuz sağlık merkezi

    Doktorsuz sağlık merkezi

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Yürürken bacak ağrısı çekiyorsanız dikkat

    Yürürken bacak ağrısı çekiyorsanız dikkat

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Sağlık Uygulama Tebliği’nde yeni düzenleme

    Sağlık Uygulama Tebliği’nde yeni düzenleme

    Kışın sağlıksız ve düzensiz beslenme sonucu yaşadığımız rahatsızlıklardan dolayı diyet yapmakta zorlanabiliyoruz.

    Kışın uygulayacağınız bu diyetle kilo vererek yaz gelmeden daha fit ve sağlıklı bir vücuda kavuşabilirsiniz.

    Fazla kilolarından rahatsız olanlar bu kış diyetini mutlaka denemeli…

    1 Gün. Pazartesi

    Kahvaltı: tam buğday ekmekli peynirli tost
    Öğle: 1 tabak kuru fasülye, 1 kase yoğurt
    Ara Öğün: 1 tane yeşil elma
    Akşam: 6 kaşık bulgurlu pırasa yemeği, 1 kase yoğurt

    2 Gün. Salı

    Kahvaltı: 1 kase süt, 4 kaşık kuru meyveli müsli
    Öğle: ızgara köfte ve ayran, salata
    Ara Öğün: sütlü kahve
    Akşam: 100 gram kepekli, peynirli makarna

    3 Gün Çarşamba

    Kahvaltı: 1 bardak süt, 2 hurma, 3 ceviziçi
    Öğle: ton balıklı salata ve esmer ekmek
    Ara Öğün: 1 avuç kadar leblebi
    Akşam: 6 kaşık bulgurlu ıspanak, yemeği, 1 kase yoğurt

    4.Gün. Perşembe

    Kahvaltı: 2 dilim tam buğday ekmeği, 2 dilim peynir, domates kurusu
    Öğle: tam buğdaylı salata ve 1 kutu ayran
    Ara Öğün: 4 tane kestane
    Akşam: etli, bulgurlu kuru biber ve patlıcan dolması, 1 kase yoğurt

    5.Gün. Cuma

    Kahvaltı: 1 bardak kefir, 10 iç badem ve 2 gün kurusu
    Öğle: 1 porsiyon etli nohut yemeği ile yanında 1 kase yoğurt
    Ara Öğün:1 kupa sıcak çikolata
    Akşam: ızgara balık ve esmer ekmek, salata

    6.Gün. Cumartesi

    Geç Kahvaltı: 2 yumurtalı yulaf kepekli omlet, 2 dilim çavdarlı ekmek ve 2 dilim peynir, 5 adet zeytin, roka, maydanoz, kaypa biber, 1 greyfurt, 1 tatlı kaşığı bal
    Ara Öğün: 1 bardak boza
    Akşam : 120 gram ızgara et, 4 kaşık bulgur pilavı ve salata

  • Yüksek tansiyona karşı patates

    Yüksek tansiyona karşı patates

    AK Parti hükümeti henüz ikinci yılını doldurmamışken, 2004 yılı başlarında Ankara, en az on yıl boyunca Türkiye-AB ilişkilerini etkileyecek olan bir konuğu ağırladı: Dönemin Alman ana muhalefet partisi lideri Angela Merkel. Bu Merkel’in Türkiye’ye yaptığı ilk resmi ziyaretti ve Ankara’da hükümet yetkilileri, Türkiye’ye önyargıyla yaklaşan Merkel’le AB üyeliğini masaya yatırmayı planlıyordu.

    Ancak Merkel AB üyeliğinin nasıl mümkün olabileceğini konuşmaya pek niyetli değildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan ile görüşmesinin ardından yapılan ortak basın toplantısında şunları söyledi:

    “Avrupa Birliği içinde büyük sorunlar yaşıyoruz. On yeni ülke daha birliğe katılacak. Türkiye’yi aramıza alacak güçte değiliz. O yüzden Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklif ediyoruz.”

    Gergin geçen basın toplantısında Erdoğan’ın cevabı, “AB’ye tam üyelik dışında Türkiye’nin başka bir alternatifi yoktur. İmtiyazlı ortaklık şimdiye kadar hiçbir ülkeye karşı masaya konulmamıştır” oldu.

    Bu ziyaretten bir buçuk yıl sonra, Sosyal Demokratların halk desteğini kaybettiği 2005 yılında erken seçime giden Almanya’da, birleşmenin ardından ilk kez Doğu Alman kökenli bir siyasetçi olarak Angela Merkel Başbakanlık koltuğuna oturdu.

    Tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ ısrarı

    Merkel, Üst üste seçimleri kazandığı 2005’ten bu yana girdiği seçimlerin hemen hepsini kazanarak iktidarda kaldı ve neredeyse son on yıldır Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üylik yolundaki en büyük engel oldu. Avrupa Birliği’nin lider ülkesi olarak Almanya’nın bu gücü vardı ve Merkel bunu Türkiye’nin üyeliğine karşı yönde kullandı.

    Merkel, 2013 seçimlerinin ardından 2014 başında Berlin’e giden dönemin Başbakanı Erdoğan’la düzenlediği ortak basın toplantısında “Türkiye’nin tam üyeliğine dair tereddütlerim var. Bu ucu açık bir süreç ve bu sürecin ilerlemesini istiyoruz.” dedi.

    Son olarak 2015 Ocak ayında Berlin’de bir araya gelen Merkel ve Başbakan Davutoğlu, ortak basın toplantısı düzenledi. Merkel, Türkiye’nin AB adaylığı konusunda fikrini değiştirmediğini söyleyerek, “Tam üyelik konusundaki kuşkularımın yanında her zaman müzakere sürecinin sürdürülmesini destekledim.” dedi.

    Almanya ile ilişkiler özellikle 2013 yılındaki Gezi olaylarından sonra daha sıkıntılı bir hal aldı. Alman devletinin bilhassa Arap Baharı’ndan sonra izlediği bölge politikaları, Berlin’in bu çerçevede Türkiye’ye bakışı ve yaptığı hamleler ilişkilerde büyük sıkıntılara yol açtı.

    ‘Almanya’yı da göreceğiz bakalım neler yapacak?’

    Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkinin gerilmesine yol açan son gelişme, haklarında yakalama kararı bulunan eski savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın Gürcistan üzerinden Almanya’ya kaçışı oldu.

    “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ile “cebir, şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya, görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçlarını işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin oluştuğu gerekçesiyle bu savcılar hakkında tutuklama kararı çıkmıştı. Savcılar, hükümetteki bakanlara uzanan 17-25 Aralık soruşturmalarında yasal yetkilerini aştıkları gerekçesiyle Mayıs 2015’te meslekten ihraç edilmişti.

    Eski savcıların Almanya’da olduğu ortaya çıkınca, kırmızı bülten çıkarılması için girişimler başladı. Erdoğan,“Bu kırmızı bültenle beraber Almanya’yı da göreceğiz, bakalım ne yapacak. Oldu oldu, olmadığı takdirde Almanya bizden herhangi bir suçluyu bundan sonra Tayyip Erdoğan imzasıyla isteyemez, alamaz, vermem. Herkes uluslararası hukukun gereği neyse bunu yerine getirecek, getirmediği takdirde biz de aynen mukabiliyle cevap veririz” dedi.

    Almanya patriot füzelerini geri çekme kararı aldı

    2012 yılı sonunda Suriye’den atılan füzelerin hedefi olan Türk vatandaşı sivillerin ölümünün ardından Türkiye, NATO’dan hava savunma desteği istedi. 2013 Ocak ayında, ABD ve Hollanda’ya ek olarak Almanya da iki patriot füzesi göndererek Türkiye’nin bu talebine karşılık verdi.

    2013’te iki patriot bataryası, füzeler ve 400 Alman askeriyle başlayan görev, iki kez birer yıllık sürelerle uzatıldı. Son olarak 2015 Mart ayında Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen Kahramanmaraş’taki birliği ziyaret ederek, Suriye’deki savaş bitinceye kadar patriotların Türkiye’de kalacağını söyledi.

    Ancak bu ziyaretin ardından, Ağustos ayında Almanya görev süresini bir daha uzatmama kararı aldı. Buna göre patriot bataryaları ve sayısı şu an için 250’yi bulan Alman askerleri en geç 2016 Ocak ayına kadar Türkiye’den çekilecek.

    Alman Savunma Bakanlığı sözcüsü, ‘Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehdidin kalktığını’ söylüyordu ancak bu açıklamayı kimse inandırıcı bulmadı. Bu hamlenin Türkiye’nin Suriye’ye yönelik daha aktif bir tutum sergileyeceği yönünde mesajlar verdiği günlere rastlaması dikkat çekti.

    Rojava’dan çıkan ‘Alman ajanlar’

    Almanya’nın patriot bataryalarını geri çekme kararı aldığı sıralarda, Suriye’nin kuzeyinden bir haber geldi. PYD saflarında savaşa katılan bir Alman’ın ölüm haberiydi bu. Ancak ölen kişi sıradan bir Alman vatandaşı değil, basına yansıyan haberlere göre Kevin Joachim adında bir Alman istihbarat elemanıydı.

    Milliyet gazetesi Alman ajanın Suriye’nin kuzeyinden Kandil’e geçtiği sırada Türkiye’nin düzenlediği hava operasyonları sırasında öldürüldüğünü duyurdu. Joachim’in cenazesinin Türkiye’den geçmesine izin verilmeyince, Almanya’nın Erbil üzerinden cenazeyi alarak Karlsruhe yakınlarında defnettiği yazıldı.

    Türk hükümetine yakın Sabah gazetesi de Joachim’in bölgedeki Kürtlerle çalışan bir ajan olduğunu, Joachim dışında altı Alman ajanının daha Kandil ve Suriye’de Kürt savaşçıları eğittiğini yazdı.

    PKK’nın Suriye’deki silahlı kolu YPG ise bu haberleri yalanlayarak Joachim’in ‘Dilsoz Bahar kod adıyla YPG saflarında çatışan bir savaşçı’ olduğu açıklamasını yaptı.

    İki Türk vatandaşı ‘istihbarat topladığı’ gerekçesiyle tutuklandı

    Alman ajanların Irak ve Suriye’de Kürt birliklerini eğittiği iddiaları yalanlanırken, Almanya 19 Aralık’ta ‘Türk ajanı’ oldukları iddiasıyla iki Türk vatandaşını gözaltına aldı. Alman savcı , 2013 Şubat ayından 2014 Aralık ayına kadar Türk İstihbarat ajansına çalıştığını iddia ettiği bu kişilerle ilgili suç duyurusunda bulundu. Grubun lideri olduğu ve Türkiye’deki üsleriyle iletişimi sağladığı ileri sürülen Muhammed Taha G. isimli Türk vatandaşı cezaevinde davanın başlamasını beklerken, gözaltına alınan diğer iki kişi, Göksel G. ve Ahmet Duran Y. serbest bırakıldı.

    Dava 9 Eylül tarihinde başladı. Detaylar resmi ağızlardan kamuoyuyla paylaşılmıyor. Ancak Alman Deutche Welle gazetesinin haberine göre, ilk duruşmada sanıklara Türk hükümetiyle ve MİT’le ilişkileri olup olmadığı soruldu. Gözaltına alınmadan önce Almanya’da kendisini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı olarak tanıttığı ileri sürülen ve dava gününe kadar gözaltında tutulan Muhammed Taha G.’nin avukatı bu soruyu yanıtsız bıraktı.

    Bugüne kadar konuyla ilgili Ankara’dan tek açıklama Türk Dışişleri’nden geldi. Dışişleri Bakanlığı, bu kişilerin MİT’le ilişkili olduğu iddialarını reddediyor. Kararın 25 Aralık’ta çıkması bekleniyor. Eğer bu kişilerin casusluk yaptığına karar verilirse beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilirler.

    Almanya’nın kulakları Türkiye’nin üzerinde

    Almanya iki Türk vatandaşını ‘istihbarat topladıkları’ gerekçesiyle gözaltına almadan önce, Almanya’nın Türkiye’yi 1976 yılından beri dinlediği iddiaları iki ülke arasındaki ilişkilerin bir hayli gerilmesine yol açmıştı.

    Focus dergisinin Ağustos 2014’te yayınladığı habere göre, Alman istihbarat örgütü BND 1976’da dönemin başbakanı Schmidt’in izniyle Türk yetkilileri dinlemeye başladı. Son dönemde dinlemeler Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının da bilgisi dahilinde devam etti.

    Türkiye’den dinlemelere ilişkin inceleme yapıldığı açıklamasından başka açıklama gelmedi. 18 Ağustos’ta Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Görüşmede, dinleme iddialarının doğru olması halinde Türkiye’nin “büyük hayal kırıklığı duyacağı” elçiye belirtildi.

    Focusdergisi’nin haberinin ardından birçok Alman gazete ve dergisinde, ‘ismini açıklamak istemeyen kaynaklara dayandırılarak’ bu haberin doğrulandığı belirtildi. İddialar gündemdeki yerini korurken Eylül ayında Galler’de yapılan NATO zirvesinde, Erdoğan ve Merkel bir araya geldi. Toplantının kameralara açık bölümünde Merkel’in her zamanki sert tutumu bu kez gözlenmedi.

    Görüşmeye katılan dönemin dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Erdoğan’ın Merkel’e dinlemeleri sorduğunu, Merkel’in ise ‘bu konuda bize güvenmenizi istiyoruz’ dediğini açıkladı.

    Her iki olay da Alman basınında Türkiye’deki muhalif gruplar ve PKK ile ilişkilendirildi. Ajanlık iddiasıyla tutuklananların Almanya’da yaşayan PKK sempatizanları veya diğer muhaliflere yönelik çalışmalar yaptığı haberleri çıktı. Dinlemelerin de AB üyesi olan Türkiye’nin PKK konusunda yapacaklarının önceden bilinmesinin, olası tehlikeleri önlemek için yapılmış olabileceği yazıldı.

    Neo-nazi yapılanması

    Almanya’daki Türklere yönelik ırkçı saldırılar, kundaklamalar ve Alman makamlarının bu konuda Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını tatmin etmeyen tedbirleri de Ankara – Berlin ilişkilerini olumsuz etkiliyor.

    “Eğer bir Alman cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelip yanlış bilgilerle ‘Türkiye’nin geleceğinden kaygı duyuyorum’ gibi bir söz sarf ederse biz de her Alman şehrine gider Neonaziler dolayısıyla ‘Almanya’nın geleceğinden kaygı duyuyoruz’ deriz.

    “Eğer kaygı duyacaksak Avrupa sokaklarına nüfuz etmiş olan ırkçılıktan kaygı duyalım, İslamofobiden kaygı duyalım, kundaklanan Türk evleri dolayısıyla kaygı duyalım, duvarlarına hakaretler yazılan mescitler dolayısıyla kaygı duyalım. Saygı görmek isteyen saygı gösterecek bize ama kimse bize ikinci sınıf Avrupalı muamelesi yapamaz.”

    Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Mayıs 2014’te söylediği bu sözler, Almanya’da süren ancak hiçbir gelişme kaydedilemeyen Neo-nazi davasıyla ilgili yaptığı en sert açıklamaydı…

    Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un Türkiye ziyaretinde ‘Türk demokrasisiyle ilgili kaygı duyduğunu’ söylemesi ve Ankara’da öğrencilerle buluşmasında “Türkiye’nin geleceğinden kaygılıyım” demesinin ardından geldi.

    Merkel döneminin öncesine dayanan ancak Merkel döneminde de Türk-Alman ilişkilerinde etkili olan başka bir olay, Almanya’daki bu neo-nazi oluşumlar ve Türklere yönelik kundaklamalardı.

    13 yılda sekizi Türk on kişiyi öldüren Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı örgütün hakkında açılan davada henüz bir ilerleme sağlanmadı.

    Örgüt, Türkleri hedef alan iki bombalı saldırı, adi bir hırsızlık vak’ası süsü vererek 15 silahlı soygun ve bir kundaklama düzenledi. Yangının kasten çıkarıldığı ve tüm bu saldırıların NSU’yla bağlantılı olduğu 2011 Kasım’ında ortaya çıktı. Örgütün 2004 yılında Köln’de tüm dükkanların Türk olduğu Keupstrasse’de NSU’nun düzenlediği bombalı saldırıda 20’den fazla Türk göçmen ağır yaralandı.

    Örgüt hakkında açılan ve Mayıs 2013’te başlayan davada ise henüz bir ilerleme sağlanamadı. 300’den fazla kanıt dosyasının yok edildiği ortaya çıktı. Davanın üç tanığı evlerinde ölü bulundu, ölüm sebebi belirlenemedi.

    Dava sırasında Alman Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti de Merkel’i, aşırı milliyetçi oluşumlara engel olmamakla eleştirdi.

    Ticaret hacmi artıyor

    Aynı görüşmede, Davutoğlu Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Almanya’yla ekonomik ilişkilere de değindi. İki ülke arasında siyasi birçok soruna rağmen ticaret hacmi büyüyor. 2013’te 38 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2014’ün ilk yarısında 31 milyar dolara ulaşmıştı. Davutoğlu, bu rakamın 50 milyar dolara ulaşmasını hedeflediğini söyledi. Bu rakam 2009’d 20 milyar dolar seviyesindeydi.

    İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler ne kadar gelişmiş olsa da siyasi gelişmelerden kaynaklı duraklamalar görmek mümkün. Ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olduğu ülkelerde kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği mekanizması, Almanya’yla kurulamadı. Onun yerine Mayıs 2013’te ‘Stratejik Diyalog Mekanizması’ kuruldu. Mekanizma kapsamında dışişleri bakanları seviyesinde şimdiye kadar iki kez toplantı yapıldı.

    Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerin ileri düzeyde olmasının asıl sebebi ise Almanya’da yaşayan ancak Türkiye’ye yatırım yapmaya devam eden yaklaşık 3 milyon Türk ve turizm için Türkiye’yi tercih eden, hatta çoğunlukla mülk alarak yazlarını burada geçiren Almanlar…

  • Kitap okumak ağrıyı azaltıyor

    Kitap okumak ağrıyı azaltıyor

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Sağlıkta ilk basamak: Aile hekimleri

    Sağlıkta ilk basamak: Aile hekimleri

    Çalışma Bakanı Erdem, Bağ-Kur’lu ve sosyal güvencesi olmadığı için Genel Sağlık Sigortalısı olanların prim borçlarına bakılmaksızın sağlık hizmetinden yararlanabileceğini söyledi.

    Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ahmet Erdem, 1 Ocak 2012’den itibaren çalışmayan, aylık veya gelir almayan ya da herhangi bir kapsamda sosyal güvencesi olmayanların, Genel Sağlık Sigortalı olduğunu hatırlattı. Bakan Erdem, GSS kapsamındaki kişilerin gelir testi yaptırarak, testin sonucuna göre kendileri için hesaplanan genel sağlık sigortası primlerini ödemeleri veya devlet tarafından karşılanmasıyla sağlık hizmetlerinden faydalanabildiğini belirtti. Gelir testlerinin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarınca yapıldığını hatırlattı.

    Ahmet Erdem, testin sonucunda aile içindeki kişi başına düşen gelir miktarının, aylık tutarı asgari ücretin 3’te 1’inden az olanlar kendileri prim ödemeden, primlerin bu orandan fazla olması halinde ise kendilerince prim ödeyerek sağlık yardımlarından faydalandığını ifade eti.

    “Kanuna eklenen geçici bir madde ile bu kapsamda olup da genel sağlık sigortası tescili yapılmış, ancak gelir testine hiç başvurmayan ve primlerini ödemeyen vatandaşlarımıza bir takım kolaylıklar sağlanması amacı ile bu düzenlemeyi yaptık. Vatandaşlarımızın kanunda belirtilen bu sürede gelir testine başvurmaları halinde çıkan sonucun ilk tescil tarihinden itibaren uygulanması hakkını getirdik. Diğer taraftan, aynı kanun ile ödenmemiş genel sağlık sigortası prim borcu olan vatandaşlarımıza bu borçlarını peşin veya 18 aya kadar taksitle 2’şer aylık dönemler halinde ödeyerek, sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanını getirdik.”

    GSS tescili yapılanlardan, gelir testine hiç başvurmayanların bu durumdan faydalanmaları için en geç 30 Eylül mesai bitimine kadar müracaat etmiş olmaları gerektiğini belirten Erdem, şöyle devam etti:

    “Bu süre içerisinde gelir testine müracaat etmeyen vatandaşlarımız, yapılandırma kanunundan önce olduğu gibi yine gelir testine müracaat edebilecekler ve çıkan sonuca göre primlerini ödeyebilecek ve bu borçlarını yapılandırmak için en geç 02.11.2015 tarihi mesai bitimine kadar Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğüne veya Sosyal Güvenlik Merkezine başvurmaları gerekmektedir. Bakanlar Kurulu kararı ile Bağ-Kur’lu ve sosyal güvencesi olmadığı için Genel Sağlık Sigortalısı olan vatandaşlarımızın prim borcu olup olmadığına bakılmaksızın, Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına ait sağlık tesisleri ve devlet üniversitelerinin sağlık uygulama ve araştırma merkezlerinden sağlık hizmeti alabilecekler. Böylece, gelir testi yaptıramayan, primlerini ödeyemeyen veya yapılandıramayan Genel Sağlık Sigortalılarımızın konuya ilişkin sorunlarını gidermiş olduk.”