Blog

  • 28 Şubat ile günümüz arasında benzerlik var

    28 Şubat ile günümüz arasında benzerlik var

    <p>Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi <strong>Serpil Çevikcan</strong>, Cumhurbaşkanı <strong>Tayyip Erdoğan</strong>’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.</p>
    <p>Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın <strong>Barack Obama</strong> nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.</p>
    <p>Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:</p>
    <h3><strong>‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’</strong></h3>
    <p>Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.</p>
    <p>Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.</p>
    <p>Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:</p>
    <p>“Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”</p>
    <p>Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.</p>
    <h3>TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi</h3>
    <p>Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.</p>
    <p>Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.</p>
    <h3>‘Vakti gelince görüşürüm’</h3>
    <p>Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.</p>
    <p>Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.</p>
    <p>Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.</p>
    <p>Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.</p>
    <p>Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.</p>
    <p>Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.</p>
    <p>Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.</p>
    <p>ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.</p>
    <p>Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.</p>
    <p>Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.</p>
    <h3>Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış</h3>
    <p>Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.</p>
    <p>Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.</p>
    <p>Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.</p>
    <p>Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.</p>
    <p>Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.</p>
    <p>Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.</p>

  • Uyanır uyanmaz bu testi yapın!

    Uyanır uyanmaz bu testi yapın!

    Sultangazi Kaymakamlığı ve Fatih Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği işbirliğiyle Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi’nde “Hastamı Görüyorum Mutluyum” projesi hayata geçirildi. Projeyle, evde sağlık hizmetleri biriminin takibinde olan hastalar, ihtiyaç halinde zaman kaybı yaşamadan hastanede görev yapan uzman hekimlere ulaşma fırsatı buluyor.

    Tabletle bağlantı kuruluyor

    Uygulamada, ziyaret esnasında konsültasyon ihtiyacı duyulan hastalar için branş hekimiyle tablet bilgisayarlar aracılığıyla bağlantı kuruluyor. Hastanın mobil ortamda uzman hekim tarafından konsültasyonunun yapılması ardından evde sağlık ekipleri, hastaya yönelik müdahaleleri gerçekleştiriyor. Hekimin görüşme sırasında ihtiyaç duyduğu laboratuvar tetkikleri, ekipteki sağlık personeli tarafından hastanın kan numunelerinin alınmasıyla anında karşılanıyor.

    Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi Yöneticisi Dr. Çetin Özen Koç, projenin ulaşılabilirliği hızlandırmak ve hastaların evde aldıkları sağlık hizmetini mümkün olduğunca artırmak amacıyla hayata geçirildiğini kaydetti.

    İlçede bin 800 hasta hizmet alıyor

    İlçede, hizmetten faydalanan yaklaşık 1800 hasta olduğunu dile getiren Koç, proje kapsamında Gaziosmanpaşa’da da ihtiyaç duyan hastalara yönelik çalışma başlatıldığını belirtti. Koç şöyle konuştu:

    “Bu tür durumlarda ekiplerimizin hızlı bir şekilde bilgi almaları gerektiğinde, görüntülü olarak uzman hekim arkadaşlarımıza ulaşılmasını sağlıyoruz. Bu sayede hastanın gereksiz yere hastaneye gelmemiş oluyor. Hasta yakınları da hasta da bundan dolayı çok rahat ediyor. Evde çözülebilecek sorunları hemen çözüyoruz, çözülemeyecek gibiyse de hastamızı hastaneye alıyoruz. Böylece hem zaman kaybını ve hastanın hastaneye gel-gitlerini önlüyoruz hem de hasta yakınının yükünü azaltıyoruz. Hastalar bu konuda çok memnunlar. Bu projeyi bizim bölgemizde deneyeceğiz, başarılı olursa diğer ilçelerde de hayata geçirilecek.”

    Evde online sağlık hizmeti alan hastalar ne diyor?

    Evde bakım hizmeti alan akciğer, kalp ritim bozukluğu, şeker ve tansiyon gibi rahatsızlıkları olan Mustafa Uğurlu, hizmetten memnun olduklarıını söyledi. Uğurlu, “Ben yürüyemiyorum. Önceden arabayla gidip geliyordum hastanelere. Pek yakında hastaneye gitmedik. Bana evde kan tahlili yapılıyor. Allah razı olsun doktorlar buraya geliyor, biz bakıyorlar” dedi. Uğurlu’nun kızı Gülşen Uğurlu da daha önce evde bakım hizmetini bilmediklerini ifade ederek, babasını hastaneye götürürken ciddi sıkıntılar yaşadıklarını dile getirdi.

    “Bu hizmetten ve evde sağlık personelinden çok memnunuz. Zaten üç haftada bir geliyorlar. Babamın kanı alınıyor, iğneyle takibi yapılıyor. Sadece kan sonuçlarını almak için hastaneye gidiyorum. Saat 15.00’ten sonra da zaten sonuçlar veriliyor ve doktora gösteriyorum. Eskisi gibi zorlanmıyorum. Bu hizmet hayatımızı çok kolaylaştırdı. Ben tek başıma babamla ilgilendiğim için taksilerle hastaneye giderken gelirken çok zorluk yaşamıştık. Ancak şimdi çok rahatız. Görüntülü uygulama sayesinde de hastaneye boş yere gitmek zorunda kalmıyoruz. Doktorlarımız sorunlarımızı buradaki görüşmemizde çözemiyorsa bizi hastaneye çağırıyor.”

    Evde bakım hizmeti 1 yıl önce başladı

    Kalp, şeker, hipertansiyon, sedef gibi rahatsızlıkları olduğunu belirten Cevat Çağlayan, hastalıkları nedeniyle çeşitli ameliyatlar geçirdiğini söyledii ve ekledi:

    “Bu hizmetle 1 yıl önce tanıştım. Evde kanımın alınması gerekiyor, bunun için eve gelip bize hizmet veriyorlar. Kanımı alıyorlar, tahlillerimi yapıyorlar, ilaçları nasıl kullanmam gerektiğini anlatıyorlar. Hizmetten çok memnunuz. Allah bin kere razı olsun. Yoksa beni kim indirecek, kim çıkaracak buraya? Evde bakım çalışanlarına çok çok dua ediyoruz.”

  • Phillip Island WSBK: Rea çifte zaferle ayrılıyor

    Phillip Island WSBK: Rea çifte zaferle ayrılıyor

    Yeni grid kuralları nedeniyle yarışa dokuzuncu sıradan başlayan Rea, ilk turda beşinci sıraya kadar yükselmeyi başardı.

    Yarışa pole pozisyonundan başlayan Alex Lowes, Marco Melandri, Xavi Fores, Davies ve Rea beşlisi arasında son tura kadar sürekli olarak ataklar izledik.

    Son turda harika bir savunma çizgisi yakalayan Kawasaki sürücüsü Rea, Ducati sürücüsü Davies’e atak yapma fırsatı vermedi. Son virajdan bir kez daha iyi çıkan ve rakibinin hava koridorunu iyi bir şekilde kullanan Davies, 0.025 saniye geride ikinci sırada kaldı.

    Davies’in takım arkadaşı Melandri son iki turdaYamaha’dan Alex Lowes’u geçerek üçüncü sıranın sahibi olmayı başarırken,Fores beşinci, Tom Sykes ise altıncı sırada yarışı tamamladı.

    Yamaha’dan Michael van der Mark yedinci olurken, Hollandalı sürücüyü yarışa ilk çizgiden başlayanLeon Camier, Lorenzo Savadori veEugene Laverty takip etti.

    Yeni Fireblade ile yavaş bir başlangıç yapan Honda kampından Stefan Bradl on beşinci olurken, takım arkadaşı Nicky Hayden ise düşerek yarışı tamamlayamadı.

  • Sağlık çalışanlarına yıpranma payı

    Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’a göre, Fethullah Gülen Örgütü’nün kendisini ‘sivil bir beşinci kol faaliyeti gibi organize etmesi’ iktidarları işbirliğine ikna etti. Kurtulmuş, “ Sivil siyaset bir çok saldırılarla karşı karşıya kalmış ve kendisini korumak için ittifak yapacağı sivil unsurlardan birisi olarak bu FETÖ örgütlenmesi görülmüş” dedi. Başbakan Yardımcısı siyaset adına bir pişmanlığı dile getirdi: Bu adamın düşünce kodları çok açıktı. Keşke vakti zamanında bu sinyaller olumlu bir şekilde alınsa ve bunlar hiçbir şekilde devlete sokulmasaydı.

    Kurtulmuş, darbe geleneğinin Osmanlıdan kalan bir tortu olduğunu söyledi. 15 Temmuz girişiminden çıkarılması gereken dört temel ders olduğunu belirten Kurtulmuş’a göre bunlardan ilki, demokratik çoğulculuğu korumak ve geliştirmek. Başbakan Yardımcısı Al Jazeera’nın sorularını yanıtladı.

    Sizce 15 Temmuz askeri darbe girişiminden çıkan en önemli ders ne?

    Çok ders var.

    15 Temmuz’dan çıkan en önemli ders, demokrasi ve çok sesliliğin ne kadar anlamlı ve değerli olduğunu gördük. Önceki darbelerde TRT’de bir bildiri okunduğu zaman her şey biterdi. Ama Türkiye’de çok seslilik ve medyanın büyük bir sınav vererek demokrasiye sahip çıkması, darbecilerin sesini kıstı ve çok kısa bir süre içerisinde açtıkları tuzağa kendileri düştüler. Dolayısıyla bizim çok sesliliği, demokratik çoğulculuğu korumak, geliştirmekten başka bir seçeneğimiz yoktur birincisi bu.

    İkinci ders

    İkincisi; devletin içerisindeki paralel yapıların önlenmesi için devletin şeffaflaştırılmasının zorunlu olduğunu anlamış, ders olarak bunu çıkarmış olduk. Buradan şunu kastediyorum. Devletin bir takım kadroları, mekanizmaları vatandaşların bir kısmına kapalı olursa…Örneğin 28 Şubat’ta ordu içerisindeki insanlara şöyle bir yanlış yapıldı, ‘bakın subayların evlerine gidin eşleri ne yapıyor, evlerinde dini ibadetlerini yapıyorlar mı ya da bir takım sosyal toplantılara geliyorlar mı, içki içiyorlar mı’ gibi son derece absürt, son derece askerlik mesleğinin doğası ile ilgili olmayan fişlemeler yapılırsa, toplumun geniş muhafazakar kesimleri kenarda bırakılırsa, FETO diye bir adam çıkıyor, onun kurduğu FETÖ diye bir örgüt ortaya çıkıyor. O örgüt diyor ki ‘Gel arkadaş ben seni alırım ve ben seni ordunun içerisinde yükseltirim’. Böylece paralel bir yapılanma ortaya çıkıyor.

    Buradan bizim karşımıza çıkan sonuç şudur: bizim devletin bütün kadrolarını milletin tamamına açmamız lazım. Bunun için de ehliyet, liyakat ve sadakatten başka hiçbir prensip aramadan, 79 milyonun hepsinin sahibi olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurmamız lazım.

    Üçüncü ders

    Üçüncüsü; Türkiye’nin bu tür anti demokratik saldırılardan kurtuluşunun bir tek yolu var. O da reform ve demokratikleşme sürecine hızla devam etmek. Bunlar ne istiyorlar? İçimize kapanmamızı istiyorlar. Türkiye’nin anti demokratik bir sürecin içerisine girmesini istiyorlar. Biz de tam tersine demokrasiyi daha güçlendireceğiz, standartlarımızı daha yükselteceğiz ve bu anlamda reformları, ekonomide ve siyasette -65. Hükümet olarak zaten hükümet programında ortaya koyduğumuz- reformları eksiksiz bir şekilde uygulamaya koyacağız.

    Dördüncü ders

    Dördüncü olarak çıkardığımız sonuç ise siyasetin dili ve üslubudur. Yıllardır siyasetin dili ve üslubu zaman zaman büyük gerilimler, ötekileştirmeler, düşmanlaştırmalar üzerinden maalesef kurgulanmıştır. Onun ne kadar geçersiz ve yanlış olduğunu bir kez daha gördük.

    Siyaseten çok farklı noktalarda duracağız, demokratik ölçülerde çok sıkı mücadeleler vereceğiz, hatta rakip olan siyasi partiler bu anlamda birbirlerine göz açtırmayacaklar. Bunların hepsi kabul. Ama siyaset nihayetinde bir rekabet alanıdır. Düşmanlık alanı değildir. Dolayısıyla bir rekabet dili içerisinde siyasette düşmanlıkları bertaraf edeceğiz, ortak ittifaklarımız üzerinden de milli birlik ve beraberliğimizi artıracak adımlar atacağız.

    Bu dördü bu darbe girişiminin bize vermiş olduğu derslerdir. Bunlardan hızla ders çıkardığımızı ortaya koyduk ve reformlara hızla başladık.

    Örneğin bir daha TSK’nın bir darbe zemini olarak kullanılmasını önlemek için TSK’nın yeniden yapılanması hızla gerçekleştirildi. İlk sivil YAŞ toplantısı bunun görüntülerinden birisidir. YAŞ’ın yapısı değişti. Kuvvet komutanlıkları MSB’ye, Jandarma ve Sahil Güvenlik İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. Askeri Yüksek Yargı sadece bir disiplin mekanizması haline geldi. Ayrıca subay havuzunun çeşitlendirilmesi için dışardan da harp okullarına öğrenci alınmasını sağlayacak imkân ortaya çıktı. Milli Savunma Üniversitesi’nin kurulmasına karar verildi. Askeri hastaneler sivilleşti ve benzeri uygulamalar.

    ‘3. Selim’den bu yana bir darbe geleneği var’

    Bu çok önemli. 3. Selim’den bu yana Türkiye’de bir darbe geleneği var. Osmanlı’dan kalma bir tortu. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti tarihinde beş darbe var. Bunların bir tanesinde Başbakan, bakanlar idam edilmiş. Bir tanesinde başbakanın altından zorla koltuğu alınmış. 7 – 8’de darbe teşebbüsü var. Artık hiç kimse aklının ucundan, ‘ben darbe yapabilirim’, ‘ben darbeye hazırlık yapabilirim’, dahi geçmesin. Böyle bir şey olmayacak. Türkiye bu anlamda yapısal reformları hızlı bir şekilde gerçekleştiriyor. İnşallah demokrasisinin standardını artırarak darbecilere karşı en büyük cevabı vermiş olacak.

    Fethullah Gülen Terör Örgütü olarak Mayıs ayındaki MGK toplantısında devletin belgelerine girdi. Ama Gülen Örgütü yeni bir örgüt değil. 1990’ların ikinci yarısından itibaren yazılmış raporlar, yapılmış uyarılar var. Dolayısıyla AK Parti öncesindeki dönemden başlayan bir hareket var, bir takım tespitler var. Buna rağmen AK Parti’nin bu örgüte devlet içinde yer açmasını neye bağlıyorsunuz? AK Parti bana bir şey olmaz mı dedi? Kendisine mi güvendi? Bu kadarını mı beklemedi?

    Dediğiniz gibi FETÖ yapılanması sadece AK Parti dönemiyle ilgili değil. 1970’lerin başından itibaren başlayan devletin içerisine sızma harekâtı. Ama bu örgütün esas görünür yüzü, suyun üstündeki görünen kısmı, sivil. Okullar, bir takım sivil toplum kuruluşları üzerinden yardım faaliyetleri organize etme, son derece sivil, “sempatik” görünen beşinci kol faaliyeti gibi aslında bunu organize etmişler.

    ‘Sivil kısım, işbirliği yapılacak bir alan gibi görülmüş’

    Dolayısıyla bu görünen sivil kısmı, siyasetin de işbirliği yapacağı bir alan gibi görülmüş. Bunu açıkçası itiraf etmek lazım.

    İkincisi; Türkiye’de eskiden de bir derin devlet yapılanması, baskıcı, bizim bürokratik oligarşi dediğimiz, devletin gücünü, sopasını elinde bulunduran resmi ideolojinin üzerine oturan, maalesef çok sıkı bir yapılanma var. 28 Şubat’ı, 12 Eylül’ü,12 Mart, 1960 darbesini, bu zihniyet yapmış. AK Parti dönemine geldiğiniz zaman, 27 Nisan bildirisinin hazırlanması, bu eski baskıcı anlayışın, o eski derin anlayışın bir tezahürü. AK Parti’nin kapatılma davası aynı şekilde.

    Sivil siyaset bir çok saldırılarla karşı karşıya kalmış ve saldırılardan kendisini korumak için ittifak yapacağı sivil unsurlardan birisi olarak bu FETÖ örgütlenmesi görülmüş. Hem sivil iktidarları kullanarak devlette yerleşmiş, hem de devletteki bu varlığı nedeniyle sivil iktidarlar için de işbirliği yapılacak bir araç olarak görülmüş. Dolayısıyla burada, sivil toplum ayağı, devlet içerisindeki yapılanması ayağı bakımından da maalesef hep sivil iktidarlar tarafından bir şekilde müsamaha görmüş, desteklenmiş, önü açılmış. Onlar da zaten hayatları boyunca hep iktidar kimdeyse onun kanatları altına girmişler. Rahmetli Ecevit’in, rahmetli Demirel’in, Tansu Hanım’ın, Mesut Bey’in… Kim iktidardaysa onların koltukları altına girmişler ve ortaya çıkmışlar.

    Maalesef 17 – 25 Aralık’tan sonra, bunların sadece devletin belli kurumlarında var olarak devlete hizmet etmek değil, kendi paralel örgütlenme yapılarına destek olduğu artık ayan beyan ortaya çıkmış, görülmüş. Daha evvel de bunların işaretlerini vermişlerdi.

    ‘Keşke siyaset işaretleri görüp, tedbir almış olsaydı’

    Keşke sivil siyaset daha öne bunun işaretlerini görüp tedbirlerini çok daha evvelden almış olsaydı. 28 Şubat’ta bakıyorsunuz 28 Şubat’ın, 12 Eylül’de 12 Eylül’ün kanatları altındalar. Hep milli iradenin karşısında durmuşlar, hep milli iradenin karşısında olan güçlerden destek almaya çalışmışlar. 28 Şubat’taki o sözleri unutmuyoruz, ‘Refah Partisi’ni kapatmayın, kapatma tehdidiyle seçime sokun’. İmam hatipler kapatılıyor, ‘İslam sadece imam hatiplerde mi okutuluyor, ne olur imam hatipler kapatılsa’ demeci. ‘Başörtüsü teferruattandır’ demeci. Bütün bunlarla aslında sadece İslami camiaya, muhafazakar kesime bir şey söylemiyor. Darbecilere ‘doğru yapıyorsunuz’ diyor ve darbecilere meşruiyet sağlıyor. Bu adamın düşünce kodları çok açıktı. Keşke vakti zamanında bu sinyaller olumlu bir şekilde alınsa ve bunlar hiçbir şekilde devlete sokulmasaydı.

    Doğru bir okuma yapılmadı yani siyasiler tarafından…

    Siyasetin türbülansları içinde maalesef siyaset doğru okuyamadı.

    ‘Kimi nerede bulsalar infaz edeceklerdi’

    Sizce 15 temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı ne olurdu? Sadece iktidarı değiştirmek değildi herhalde? Neydi hedef?

    Allah muhafaza bunu düşünmek bile istemiyoruz. O gece yaşadıklarımızı biz burada sabaha kadar ne zorluklar yaşadığımızı biliyoruz. Kıl payı döndü Türkiye uçurumun kıyısından. Bir kere bunların anladığımız kadarıyla yönetim değişikliği öyle mahkemelerle falan da uğraşmayacaklardı. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, kimi nerede bulsalar infaz edeceklerdi. Bu kararlılıkla yola çıktıkları görünüyor. Geneline baktığınız zaman korkak. ’Zulmeden korkar’ diye bir söz var biliyorsunuz. Bunun üzerinden hareket ettiler. Ama esas hedefleri Türkiye’de sadece bir yönetim değişikliği değil. Hemen çok kanlı bir şekilde darbe yapıp iç savaşı başlatmak, iç savaşın sonucunda da Türkiye’yi yabancı işgale hazır hale getirmek.

    Kimin işgaline?

    İşte orta doğuyu görüyorsunuz. Orada kimlerin işgali varsa onların işgali. Saddam zamanında çok güçlü Irak, bugünkü bölünmüş, parçalanmış haline 20 ayda gelmiş. Bugün üzerinde konuştuğumuz Suriye, bir buçuk senede bugünkü parçalanmış haline gelmiş. Allah korusun siyasi istikrar ortadan kalkarsa, yani ülkenin tek elden yönetilmesi imkanı ortadan kalkar, büyük bir siyasi kaos, kriz ortaya çıkarsa, ondan sonra o istikrarsızlığın nerede duracağı belli değil. Örnek Suriye, Irak, Libya’dır. Bu darbenin bir numaralı hedefi bu anlamda Türkiye’nin siyasi istikrarıydı.

    “Askeri diktatörlük peşinde koşan dini kült”

    Şeriat devleti kurmak istemiş olabilirler mi?

    Ben bunları açıkçası şöyle tanımlıyorum: Dini kült. Ana akım İslam inancının dışında, çok sayıda sapık, hurafe düşünceleri olan, örneğin sadece kendi örgütlerine mensup olanların bir Müslüman sayılması, diğerlerine tekfirci bir anlayış ile yaklaşılması gibi, bir sürü sapkınlıkları olan bir dini kült. Ama sadece bir dini kült değil, askeri diktatörlük peşinde koşan bir dini kült. Bunları böyle tanımlamak lazım.

    Bu anlamda batılıların da çok daha iyi anlayacaklarını düşünüyorum. Mesela Opus Dei gibi, David Coresh tarikatı [Davidian kültü veya Waco kültü olarak bilinir]gibi. Bir tarikat ya da bir dini kült ama sonuçta nihai amaçları Türkiye’yi ele geçirmek. Bunu yaparken de askeri diktatörlük oluşturmak. 15 Temmuz da bunun açık ispatıdır.

    “Siyasi ayağının olmaması düşünülemez”

    Kurumlarda temizlik başladı ama bu darbe girişiminin siyasi uzantıları konusunda şu anda yansımış bir şey yok. Meclis’te 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak için bir komisyon kuruluyor. Oradan bir siyasi sonuç çıkmasını beklenmeli mi? Yoksa bu faaliyet bir istihbarat faaliyeti olarak mı devam etmeli?

    Bir kere 40 yılın birikiminin öyle 40 günde temizlenmesini beklememek lâzım. Çok uzun ama çok kararlı bir mücadele gerektiriyor. Bunun için de ölçümüz bu örgütle irtibatlı, iltisaklı kimseye merhamet göstermeden ama bu örgütle hiçbir şekilde irtibatı olmayan insanlara da haksızlık yapmadan, adaletsiz davranmadan bu temizlik sürecinin sürdürülmesidir.

    Tabii ki böylesine önemli bir kalkışmanın, devleti ele geçirme, Türkiye’yi bir işgale hazırlama projesinin siyasi ayağının olmaması düşünülemez. Hele hele kurulduğu günden itibaren neredeyse siyasi iktidarlarla çok içli dışlı olan onların kanatları altında faaliyet gösteren bir örgütün siyaset ayağının olmaması asla düşünülemez. Mutlaka vardır. Araştırılması gerekir. Bu da siyasetin vazifesi değil savcıların vazifesidir. Savcılar burada titizlikle bu örgütün irtibatlı, iltisaklı siyasi kişileri, kurumları bunları da ortaya çıkarmalıdır.

    Bu süreçte, iyi saklanmalar, gjzlenmeler görüldü. En yakında olan isimlerin, yaverlerin, korumaların …Sizin ‘benim de yakınımda var mıdır’ diye endişeniz var mı?

    Olabilir ama korkunun ecele faydası yok.

    Biz tedbir almak durumundayız. Bunlar bu anlamda çok iyi bir istihbarat eğitimi de aldıkları için, kendilerini çok iyi gizlemeyi bilen insanlar. Paranoyak bir korku, takıntı haline getirmemek lazım. Devleti şeffaflaştırıp, işlerimizi şeffaf, açık bir şekilde yaparsak, Allah’a vereceğimiz hesapta net ve açık olursak, hiçbir kulun karşısında hesap vermekten korkmayız. Dolayısıyla ‘bunlar gizli bir şekilde gelecekler, sağımızda olurlar, solumuzda olurlar’… Biz millete hizmet yolunda devam edeceğiz. Siyasette çok sık söylenen bir şey var hepimiz zaten kefenimizi giyip bu yola çıktık. Demirden korkan trene binmez.

  • Roborace, dünyanın ilk otonom yarış aracı Robocar’ı tanıttı

    Roborace, dünyanın ilk otonom yarış aracı Robocar’ı tanıttı

    Roborace CEO’su Denis Sverdlov, yanında Roborace tasarım şefiDaniel Simon, yenilikçi sürücüsüz araçlarının gelişimi hakkında konuştu.

    Roborace’nin amacı dünya yollarını değiştirmek için yazılımları geliştirecek dünyanın en iyi mühendislerinden oluşan bir platform olmak.

    Sverdlov “Robocar’ı dünyaya tanıtıp elektrikli sürücüsüz araç teknolojisinde büyük bir adım atmak Roborace için oldukça büyük bir an. Tüm takımım, ortaklarım ve özellikle bu harika aracı yaratan Daniel ile gurur duyuyorum.”

    “Sürücüsüz araçlarla böylesine duygusal bir bağ kurmak çok önemli. Robotlar ve insanları geleceğimizi belirlemek için bu kadar yakınlaştırmak da öyle.”

    “Devbot’un pistteki gelişimi ve Robocar’ın bir yıldan az sürede yapılması inanılmaz. Biz, Robocar ile öğrenmeye başlayacağımız yolculuk için sabırsızlanıyoruz. ” dedi.

    Devbot, Formula E yarış haftalarında yarışması için geliştirilen araç.

  • Numan Kurtulmuş Al Jazeera Türk’e konuştu

    Numan Kurtulmuş Al Jazeera Türk’e konuştu

    Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’a göre, Fethullah Gülen Örgütü’nün kendisini ‘sivil bir beşinci kol faaliyeti gibi organize etmesi’ iktidarları işbirliğine ikna etti. Kurtulmuş, “ Sivil siyaset bir çok saldırılarla karşı karşıya kalmış ve kendisini korumak için ittifak yapacağı sivil unsurlardan birisi olarak bu FETÖ örgütlenmesi görülmüş” dedi. Başbakan Yardımcısı siyaset adına bir pişmanlığı dile getirdi: Bu adamın düşünce kodları çok açıktı. Keşke vakti zamanında bu sinyaller olumlu bir şekilde alınsa ve bunlar hiçbir şekilde devlete sokulmasaydı.

    Kurtulmuş, darbe geleneğinin Osmanlıdan kalan bir tortu olduğunu söyledi. 15 Temmuz girişiminden çıkarılması gereken dört temel ders olduğunu belirten Kurtulmuş’a göre bunlardan ilki, demokratik çoğulculuğu korumak ve geliştirmek. Başbakan Yardımcısı Al Jazeera’nın sorularını yanıtladı.

    Sizce 15 Temmuz askeri darbe girişiminden çıkan en önemli ders ne?

    Çok ders var.

    15 Temmuz’dan çıkan en önemli ders, demokrasi ve çok sesliliğin ne kadar anlamlı ve değerli olduğunu gördük. Önceki darbelerde TRT’de bir bildiri okunduğu zaman her şey biterdi. Ama Türkiye’de çok seslilik ve medyanın büyük bir sınav vererek demokrasiye sahip çıkması, darbecilerin sesini kıstı ve çok kısa bir süre içerisinde açtıkları tuzağa kendileri düştüler. Dolayısıyla bizim çok sesliliği, demokratik çoğulculuğu korumak, geliştirmekten başka bir seçeneğimiz yoktur birincisi bu.

    İkinci ders

    İkincisi; devletin içerisindeki paralel yapıların önlenmesi için devletin şeffaflaştırılmasının zorunlu olduğunu anlamış, ders olarak bunu çıkarmış olduk. Buradan şunu kastediyorum. Devletin bir takım kadroları, mekanizmaları vatandaşların bir kısmına kapalı olursa…Örneğin 28 Şubat’ta ordu içerisindeki insanlara şöyle bir yanlış yapıldı, ‘bakın subayların evlerine gidin eşleri ne yapıyor, evlerinde dini ibadetlerini yapıyorlar mı ya da bir takım sosyal toplantılara geliyorlar mı, içki içiyorlar mı’ gibi son derece absürt, son derece askerlik mesleğinin doğası ile ilgili olmayan fişlemeler yapılırsa, toplumun geniş muhafazakar kesimleri kenarda bırakılırsa, FETO diye bir adam çıkıyor, onun kurduğu FETÖ diye bir örgüt ortaya çıkıyor. O örgüt diyor ki ‘Gel arkadaş ben seni alırım ve ben seni ordunun içerisinde yükseltirim’. Böylece paralel bir yapılanma ortaya çıkıyor.

    Buradan bizim karşımıza çıkan sonuç şudur: bizim devletin bütün kadrolarını milletin tamamına açmamız lazım. Bunun için de ehliyet, liyakat ve sadakatten başka hiçbir prensip aramadan, 79 milyonun hepsinin sahibi olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurmamız lazım.

    Üçüncü ders

    Üçüncüsü; Türkiye’nin bu tür anti demokratik saldırılardan kurtuluşunun bir tek yolu var. O da reform ve demokratikleşme sürecine hızla devam etmek. Bunlar ne istiyorlar? İçimize kapanmamızı istiyorlar. Türkiye’nin anti demokratik bir sürecin içerisine girmesini istiyorlar. Biz de tam tersine demokrasiyi daha güçlendireceğiz, standartlarımızı daha yükselteceğiz ve bu anlamda reformları, ekonomide ve siyasette -65. Hükümet olarak zaten hükümet programında ortaya koyduğumuz- reformları eksiksiz bir şekilde uygulamaya koyacağız.

    Dördüncü ders

    Dördüncü olarak çıkardığımız sonuç ise siyasetin dili ve üslubudur. Yıllardır siyasetin dili ve üslubu zaman zaman büyük gerilimler, ötekileştirmeler, düşmanlaştırmalar üzerinden maalesef kurgulanmıştır. Onun ne kadar geçersiz ve yanlış olduğunu bir kez daha gördük.

    Siyaseten çok farklı noktalarda duracağız, demokratik ölçülerde çok sıkı mücadeleler vereceğiz, hatta rakip olan siyasi partiler bu anlamda birbirlerine göz açtırmayacaklar. Bunların hepsi kabul. Ama siyaset nihayetinde bir rekabet alanıdır. Düşmanlık alanı değildir. Dolayısıyla bir rekabet dili içerisinde siyasette düşmanlıkları bertaraf edeceğiz, ortak ittifaklarımız üzerinden de milli birlik ve beraberliğimizi artıracak adımlar atacağız.

    Bu dördü bu darbe girişiminin bize vermiş olduğu derslerdir. Bunlardan hızla ders çıkardığımızı ortaya koyduk ve reformlara hızla başladık.

    Örneğin bir daha TSK’nın bir darbe zemini olarak kullanılmasını önlemek için TSK’nın yeniden yapılanması hızla gerçekleştirildi. İlk sivil YAŞ toplantısı bunun görüntülerinden birisidir. YAŞ’ın yapısı değişti. Kuvvet komutanlıkları MSB’ye, Jandarma ve Sahil Güvenlik İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. Askeri Yüksek Yargı sadece bir disiplin mekanizması haline geldi. Ayrıca subay havuzunun çeşitlendirilmesi için dışardan da harp okullarına öğrenci alınmasını sağlayacak imkân ortaya çıktı. Milli Savunma Üniversitesi’nin kurulmasına karar verildi. Askeri hastaneler sivilleşti ve benzeri uygulamalar.

    ‘3. Selim’den bu yana bir darbe geleneği var’

    Bu çok önemli. 3. Selim’den bu yana Türkiye’de bir darbe geleneği var. Osmanlı’dan kalma bir tortu. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti tarihinde beş darbe var. Bunların bir tanesinde Başbakan, bakanlar idam edilmiş. Bir tanesinde başbakanın altından zorla koltuğu alınmış. 7 – 8’de darbe teşebbüsü var. Artık hiç kimse aklının ucundan, ‘ben darbe yapabilirim’, ‘ben darbeye hazırlık yapabilirim’, dahi geçmesin. Böyle bir şey olmayacak. Türkiye bu anlamda yapısal reformları hızlı bir şekilde gerçekleştiriyor. İnşallah demokrasisinin standardını artırarak darbecilere karşı en büyük cevabı vermiş olacak.

    Fethullah Gülen Terör Örgütü olarak Mayıs ayındaki MGK toplantısında devletin belgelerine girdi. Ama Gülen Örgütü yeni bir örgüt değil. 1990’ların ikinci yarısından itibaren yazılmış raporlar, yapılmış uyarılar var. Dolayısıyla AK Parti öncesindeki dönemden başlayan bir hareket var, bir takım tespitler var. Buna rağmen AK Parti’nin bu örgüte devlet içinde yer açmasını neye bağlıyorsunuz? AK Parti bana bir şey olmaz mı dedi? Kendisine mi güvendi? Bu kadarını mı beklemedi?

    Dediğiniz gibi FETÖ yapılanması sadece AK Parti dönemiyle ilgili değil. 1970’lerin başından itibaren başlayan devletin içerisine sızma harekâtı. Ama bu örgütün esas görünür yüzü, suyun üstündeki görünen kısmı, sivil. Okullar, bir takım sivil toplum kuruluşları üzerinden yardım faaliyetleri organize etme, son derece sivil, “sempatik” görünen beşinci kol faaliyeti gibi aslında bunu organize etmişler.

    ‘Sivil kısım, işbirliği yapılacak bir alan gibi görülmüş’

    Dolayısıyla bu görünen sivil kısmı, siyasetin de işbirliği yapacağı bir alan gibi görülmüş. Bunu açıkçası itiraf etmek lazım.

    İkincisi; Türkiye’de eskiden de bir derin devlet yapılanması, baskıcı, bizim bürokratik oligarşi dediğimiz, devletin gücünü, sopasını elinde bulunduran resmi ideolojinin üzerine oturan, maalesef çok sıkı bir yapılanma var. 28 Şubat’ı, 12 Eylül’ü,12 Mart, 1960 darbesini, bu zihniyet yapmış. AK Parti dönemine geldiğiniz zaman, 27 Nisan bildirisinin hazırlanması, bu eski baskıcı anlayışın, o eski derin anlayışın bir tezahürü. AK Parti’nin kapatılma davası aynı şekilde.

    Sivil siyaset bir çok saldırılarla karşı karşıya kalmış ve saldırılardan kendisini korumak için ittifak yapacağı sivil unsurlardan birisi olarak bu FETÖ örgütlenmesi görülmüş. Hem sivil iktidarları kullanarak devlette yerleşmiş, hem de devletteki bu varlığı nedeniyle sivil iktidarlar için de işbirliği yapılacak bir araç olarak görülmüş. Dolayısıyla burada, sivil toplum ayağı, devlet içerisindeki yapılanması ayağı bakımından da maalesef hep sivil iktidarlar tarafından bir şekilde müsamaha görmüş, desteklenmiş, önü açılmış. Onlar da zaten hayatları boyunca hep iktidar kimdeyse onun kanatları altına girmişler. Rahmetli Ecevit’in, rahmetli Demirel’in, Tansu Hanım’ın, Mesut Bey’in… Kim iktidardaysa onların koltukları altına girmişler ve ortaya çıkmışlar.

    Maalesef 17 – 25 Aralık’tan sonra, bunların sadece devletin belli kurumlarında var olarak devlete hizmet etmek değil, kendi paralel örgütlenme yapılarına destek olduğu artık ayan beyan ortaya çıkmış, görülmüş. Daha evvel de bunların işaretlerini vermişlerdi.

    ‘Keşke siyaset işaretleri görüp, tedbir almış olsaydı’

    Keşke sivil siyaset daha öne bunun işaretlerini görüp tedbirlerini çok daha evvelden almış olsaydı. 28 Şubat’ta bakıyorsunuz 28 Şubat’ın, 12 Eylül’de 12 Eylül’ün kanatları altındalar. Hep milli iradenin karşısında durmuşlar, hep milli iradenin karşısında olan güçlerden destek almaya çalışmışlar. 28 Şubat’taki o sözleri unutmuyoruz, ‘Refah Partisi’ni kapatmayın, kapatma tehdidiyle seçime sokun’. İmam hatipler kapatılıyor, ‘İslam sadece imam hatiplerde mi okutuluyor, ne olur imam hatipler kapatılsa’ demeci. ‘Başörtüsü teferruattandır’ demeci. Bütün bunlarla aslında sadece İslami camiaya, muhafazakar kesime bir şey söylemiyor. Darbecilere ‘doğru yapıyorsunuz’ diyor ve darbecilere meşruiyet sağlıyor. Bu adamın düşünce kodları çok açıktı. Keşke vakti zamanında bu sinyaller olumlu bir şekilde alınsa ve bunlar hiçbir şekilde devlete sokulmasaydı.

    Doğru bir okuma yapılmadı yani siyasiler tarafından…

    Siyasetin türbülansları içinde maalesef siyaset doğru okuyamadı.

    ‘Kimi nerede bulsalar infaz edeceklerdi’

    Sizce 15 temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı ne olurdu? Sadece iktidarı değiştirmek değildi herhalde? Neydi hedef?

    Allah muhafaza bunu düşünmek bile istemiyoruz. O gece yaşadıklarımızı biz burada sabaha kadar ne zorluklar yaşadığımızı biliyoruz. Kıl payı döndü Türkiye uçurumun kıyısından. Bir kere bunların anladığımız kadarıyla yönetim değişikliği öyle mahkemelerle falan da uğraşmayacaklardı. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, kimi nerede bulsalar infaz edeceklerdi. Bu kararlılıkla yola çıktıkları görünüyor. Geneline baktığınız zaman korkak. ’Zulmeden korkar’ diye bir söz var biliyorsunuz. Bunun üzerinden hareket ettiler. Ama esas hedefleri Türkiye’de sadece bir yönetim değişikliği değil. Hemen çok kanlı bir şekilde darbe yapıp iç savaşı başlatmak, iç savaşın sonucunda da Türkiye’yi yabancı işgale hazır hale getirmek.

    Kimin işgaline?

    İşte orta doğuyu görüyorsunuz. Orada kimlerin işgali varsa onların işgali. Saddam zamanında çok güçlü Irak, bugünkü bölünmüş, parçalanmış haline 20 ayda gelmiş. Bugün üzerinde konuştuğumuz Suriye, bir buçuk senede bugünkü parçalanmış haline gelmiş. Allah korusun siyasi istikrar ortadan kalkarsa, yani ülkenin tek elden yönetilmesi imkanı ortadan kalkar, büyük bir siyasi kaos, kriz ortaya çıkarsa, ondan sonra o istikrarsızlığın nerede duracağı belli değil. Örnek Suriye, Irak, Libya’dır. Bu darbenin bir numaralı hedefi bu anlamda Türkiye’nin siyasi istikrarıydı.

    “Askeri diktatörlük peşinde koşan dini kült”

    Şeriat devleti kurmak istemiş olabilirler mi?

    Ben bunları açıkçası şöyle tanımlıyorum: Dini kült. Ana akım İslam inancının dışında, çok sayıda sapık, hurafe düşünceleri olan, örneğin sadece kendi örgütlerine mensup olanların bir Müslüman sayılması, diğerlerine tekfirci bir anlayış ile yaklaşılması gibi, bir sürü sapkınlıkları olan bir dini kült. Ama sadece bir dini kült değil, askeri diktatörlük peşinde koşan bir dini kült. Bunları böyle tanımlamak lazım.

    Bu anlamda batılıların da çok daha iyi anlayacaklarını düşünüyorum. Mesela Opus Dei gibi, David Coresh tarikatı [Davidian kültü veya Waco kültü olarak bilinir]gibi. Bir tarikat ya da bir dini kült ama sonuçta nihai amaçları Türkiye’yi ele geçirmek. Bunu yaparken de askeri diktatörlük oluşturmak. 15 Temmuz da bunun açık ispatıdır.

    “Siyasi ayağının olmaması düşünülemez”

    Kurumlarda temizlik başladı ama bu darbe girişiminin siyasi uzantıları konusunda şu anda yansımış bir şey yok. Meclis’te 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak için bir komisyon kuruluyor. Oradan bir siyasi sonuç çıkmasını beklenmeli mi? Yoksa bu faaliyet bir istihbarat faaliyeti olarak mı devam etmeli?

    Bir kere 40 yılın birikiminin öyle 40 günde temizlenmesini beklememek lâzım. Çok uzun ama çok kararlı bir mücadele gerektiriyor. Bunun için de ölçümüz bu örgütle irtibatlı, iltisaklı kimseye merhamet göstermeden ama bu örgütle hiçbir şekilde irtibatı olmayan insanlara da haksızlık yapmadan, adaletsiz davranmadan bu temizlik sürecinin sürdürülmesidir.

    Tabii ki böylesine önemli bir kalkışmanın, devleti ele geçirme, Türkiye’yi bir işgale hazırlama projesinin siyasi ayağının olmaması düşünülemez. Hele hele kurulduğu günden itibaren neredeyse siyasi iktidarlarla çok içli dışlı olan onların kanatları altında faaliyet gösteren bir örgütün siyaset ayağının olmaması asla düşünülemez. Mutlaka vardır. Araştırılması gerekir. Bu da siyasetin vazifesi değil savcıların vazifesidir. Savcılar burada titizlikle bu örgütün irtibatlı, iltisaklı siyasi kişileri, kurumları bunları da ortaya çıkarmalıdır.

    Bu süreçte, iyi saklanmalar, gjzlenmeler görüldü. En yakında olan isimlerin, yaverlerin, korumaların …Sizin ‘benim de yakınımda var mıdır’ diye endişeniz var mı?

    Olabilir ama korkunun ecele faydası yok.

    Biz tedbir almak durumundayız. Bunlar bu anlamda çok iyi bir istihbarat eğitimi de aldıkları için, kendilerini çok iyi gizlemeyi bilen insanlar. Paranoyak bir korku, takıntı haline getirmemek lazım. Devleti şeffaflaştırıp, işlerimizi şeffaf, açık bir şekilde yaparsak, Allah’a vereceğimiz hesapta net ve açık olursak, hiçbir kulun karşısında hesap vermekten korkmayız. Dolayısıyla ‘bunlar gizli bir şekilde gelecekler, sağımızda olurlar, solumuzda olurlar’… Biz millete hizmet yolunda devam edeceğiz. Siyasette çok sık söylenen bir şey var hepimiz zaten kefenimizi giyip bu yola çıktık. Demirden korkan trene binmez.

  • Doktorsuz sağlık merkezi

    Doktorsuz sağlık merkezi

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Herkesin temiz olduğuna inanmıyorum

    Herkesin temiz olduğuna inanmıyorum

    2008 Olimpiyatları 4X100 metre yarışında altın madalya kazanan Carter’ın dopingli olduğu anlaşılmış ve madalyası alınmıştı. 31 yaşındaki atlet CAS’a başvurdu ve sonucu bekliyor.

    Altın madalyalarından birini kaybeden Bolt, CNN International’a verdiği röportajda Carter ile henüz konuşmadığını ve bu durumun hayatın içinde olabileceğini belirtti:

    “Onu görene kadar bunun bilerek mi yapıldığını yoksa hata mı olduğunu söylememem. Aslında oturup yüz yüze konuşana kadar nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyorum”

    u madalyanın geri alınması Bolt’un veda kararını değiştirmeyecek, bu sene vedası kesin:

    “Dört yıl daha yapmak çok zor. Yıllar sonra kendinizi motive etmeniz daha da zorlaşıyor. Şu ana kadar her şeyin üstesinden geldim. Kişisel altınlar söz konusuysa hepsini tamamladım”

    Bolt, bu yaz Londra’da düzenlenecek Dünya Şampiyonası’ndan sonra veda edecek. Ondan sonraki en büyük hedefi ise dünyayı gezmek ve daha önce katılamadığı spor etkinliklerini izlemek:

    “NBA maçlarını izlemek istiyorum. Gezmek ve görmek istediğim yerler var. Şu ana kadar bir Formula 1 Grand Prix’i fırsatı bulamamıştım. Bunu da çok yapmak istiyorum”

  • 15 Temmuz ve alınacak dersler

    15 Temmuz ve alınacak dersler

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.

  • Kongrede ilk konuşma

    Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdiğini yazdı.

    Çevikcan, 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri’nin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan’ın Barack Obama nezdinde “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusuna “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdiğini, “yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni. Vakti saati gelince o da olur” dediğini aktardı.

    Serpil Çevikcan’ın Milliyet gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Erdoğan: Vakti gelince o da olur” başlıklı yazısı şöyle:

    ‘Erdoğan: Vakti gelince o da olur’

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda dün güzel bir tören vardı. 2014 TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri sahipleriyle buluştu.

    Bilimsel yetkinlikleri ve alanlarına uluslararası düzeyde yaptıkları çok önemli katkılar nedeniyle el üstünde tutmamız gereken bilim insanları ödüllendirildi. Törenin Cumhurbaşkanı’nın ev sahipliğinde yapılması da dikkatle not edilmeli.

    Çünkü, dün törenin açılış konuşmasını yapan TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın İbn-i Sina’dan alıntıyla söylediği gibi, “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer.” TÜBİTAK Başkanı’nın bu sözlerinin reel politikteki karşılığını da TBMM Başkanı Cemil Çiçek özetledi:

    “Uluslararası arenada enleminizi, boylamınızı belirleyecek olan bilimsel çalışmalardır.”

    Bilim dünyası ve akademik çevrenin devletin zirvesinde ödüllendirilmesi konusunda bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hakkını teslim etmek gerekiyor. Bu töreni Çankaya Köşkü’nün ev sahipliğine geçiren o olmuştu. Nitekim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da dünkü konuşmasında selefinin katkısını andı.

    TÜBİTAK örneğiyle eleştirdi

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim, eğitim ve Türkçenin kullanımı açısından manşete aday birçok cümleler barındıran konuşmasının bir bölümü yine paralel yapı üzerineydi.

    Türkiye’nin paralel yapıyla mücadelesini kazandığını, bu engelin aşılmasıyla sadece siyasetin ve ekonominin değil eğitimin ve bilimin de önünün açıldığını söyleyen Erdoğan, kendilerine verilen olanakları bilim ve insanlığın yararı için kullanmak yerine vatana ihanet için kullananların bilim dünyasının yüz karaları olduğunu kaydetti. Yakın geçmişi anlatırken, gizli bir yapının TÜBİTAK içinde bünyeyi sardığını belirten Erdoğan, “Bilim üretmesini beklediğimiz TÜBİTAK, kendi ülkesinin cumhurbaşkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinlemek gibi haince bir planın ne yazık ki zemini oldu. ‘Kriptolu telefon ürettik’ dediler, ellerindeki şifrelerle bu telefonları dinlediler” dedi.

    ‘Vakti gelince görüşürüm’

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paralel yapıya dönük olarak dozu uzunca bir süredir azalmayan sert ifadelerini dünkü törende de dinledik. 14 Aralık operasyonunun ardından, Erdoğan’ın hemen her konuşmasında bu konu genişçe yer tutuyor.

    Konu, Fethullah Gülen hakkında, kırmızı bülten sürecini de barındıran yakalama kararı çıkmış olması nedeniyle de çok güncel.

    Bu nedenle, törenin ardından verilen resepsiyonda, ödül alan bilim insanları ve konuklarla sohbet ederken tokalaştığımız Erdoğan’la bir meklektaşımızın esprisiyle başlayan diyaloğun konusu da bu oldu.

    Törende verdiği mesajların üzerine soru yanıtlamak istemediği belli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fethullah Gülen’in iadesi için ABD Başkanı Obama’ya mektup yazmayı düşünüyor musunuz” sorusuna, “Ben zaten bu konuyu kendisiyle daha önce görüştüm” yanıtını verdi.

    Nitekim, benim de takip ettiğim, Galler’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Erdoğan’ın Obama ile yaptığı baş başa görüşmenin önemli gündem maddelerinden biri Gülen’in iadesi meselesi olmuştu. Erdoğan, o yolculuk dönüşünde, sorularımızı yanıtlarken, iki ülkenin istihbarat kurumlarının bu konuda çalışma yapacağını açıklamıştı.

    Ardından, BM Zirvesi’nde de Erdoğan ile Obama bir araya gelmiş ve konunun ele alındığı iddiası da kamuoyuna yansımış, ancak doğrulanmamıştı.

    Dünkü sohbet sırasında, Obama’yı kastederek, “Yeni bir girişimiz olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Erdoğan, “Vakti zamanı gelince o da olur” yanıtını verdi. “Yakın zamanda olur mu?” ısrarı üzerine de, “Şimdi konuşturmayın beni” dedikten sonra, “Vakti saati gelince o da olur” ifadesini yineledi.

    ABD’nin, Gülen konusunda Türkiye’nin yaklaşımına ne oranda destek verdiğine ilişkin soru işaretleri bir hayli fazla.

    Ancak uluslararası boyutu da olan bir adli süreci ifade eden iade ya da deport konusunda hem Erdoğan’ın hem de hükümetin keskin tutumu ortada.

    Şu anda hukuki ve diplomatik kuralları belli, ancak uzun bir prosedür yürütülüyor. Bize verdiği yanıttan anlıyoruz ki Erdoğan, bu süreç yürürken, gerekli gördüğü zaman konunun Türkiye için önemini Obama ve ABD yönetimine yeniden hatırlatacak.

    Çiçek: Bu konunun görüşülmesi yanlış

    Dünkü resepsiyonda, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’le de sohbet olanağı buldum. Malum, dört eski bakanla ilgili olarak Yüce Divan’a sevk kararı verip vermeyeceği merakla beklenen Meclis Soruşturma Komisyonu etrafında bir tartışma yürüyor.

    Konunun güncel boyutu, Ak Parti grup yönetiminden bazı isimlerin, Yüce Divan’a sevk kararı çıkmaması için komisyon üyeleriyle görüşme yaptığı iddiası.

    Dün bu iddiaları sorduğumuz Çiçek, “Böyle bir bilgi bende yok” dedikten sonra, Meclis Başkanlığı olarak bu sürece müdahil olmadıklarını, 9 Ocak’tan önce kendilerine düşen bir yükümlülük bulunmadığını söyledi.

    Çiçek, bir meslektaşımın, “Komisyonun Ak Partili üyeleriyle Ak Parti yöneticilerinin görüştüğüne ilişkin” iddiaları anımsatması üzerine, “Ak Parti yönetimi ile Başbakan ya da komisyon üyeleri soruşturma komisyonunu mu, bütçeyi mi konuştular, bende o yönde bilgi yok. Ancak o görüşmelerde bu konu görüşülmüşse (dört bakanın durumu) doğru değil” dedi.

    Çiçek, bu sürece müdahil olduğu yönündeki iddialara karşılık, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, İzmir’de bir savcıyı aramasının yargıya müdahale olarak algılandığını anımsatarak, kendisinin komisyon başkanı ya da üyeleriyle yaptığı bir görüşmenin de aynı çerçevede eleştirileceğini söyledi.

    Çiçek, yargıda olan bir konunun bu şekilde tartışılmasının doğru olmadığını, ancak Türkiye’de birçok yasa maddesinin ölü hale geldiğini vurguladı.