Etiket: aile

  • FAİK ÖZTRAK: “AKBELEN’DEKİ ÇEVRE KATLİAMINI GÖRÜŞMEK İÇİN MECLİS TOPLANIYOR. BU DEFA BAK PARTİ MİLLETVEKİLLERİ, ÇOCUKLAR GİBİ KAPILARIN ARKASINA SAKLANMASINLAR”

    FAİK ÖZTRAK: “AKBELEN’DEKİ ÇEVRE KATLİAMINI GÖRÜŞMEK İÇİN MECLİS TOPLANIYOR. BU DEFA BAK PARTİ MİLLETVEKİLLERİ, ÇOCUKLAR GİBİ KAPILARIN ARKASINA SAKLANMASINLAR”

    CHP Sözcüsü Faik Öztrak, TBMM Genel Kurulu’nun yarın “Akbelen ormanı” gündemi ile toplanacağını anımsattı ve “Akbelen’deki çevre katliamını görüşmek için bu hafta salı günü bizim talebimiz üzerine Meclis toplanıyor. Bu defa AK Parti vekilleri, çocuklar gibi kapıların arkasına saklanmasınlar. Millet inim inim inlerken tatillerinden vazgeçsinler de Meclis çalışmaya başlasın. İşleri sarayın keyfine bırakmayalım. Milleti ezdirmeyelim” dedi.

    CHP Sözcüsü Faik Öztrak, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Başkanlığındaki CHP MYK toplantısının ardından parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Öztrak, şunları söyledi:

    “Kocaeli Derince Limanı yakınlarındaki TMO deposunda bir patlama meydana geldi. Patlamanın sebebi hakkında henüz net bir açıklama gelmedi. On vatandaşımızın yaralandığı bilgisi var. Umarız bir can kaybı olmaz. Yaralananlara acil şifalar diliyoruz. Bu üzücü haberlerin yanında bir de güzel haber var. Dünya Okçuluk Şampiyonası’nda altın madalya kazanarak bizlere büyük bir gurur yaşatan milli okçumuz Mete Gazoz’u kutluyoruz.

    “VİTRİN YÖNETİMİ SONUNDA SARAYA UYDU”

    Saray yönetiminin sebep olduğu güven bunalımını gidermek için vitrinine koyduğu, Merkez Bankası Başkanının ve Hazine ve Maliye Bakanının son açıklamaları, sekiz ay sonra yapılacak yerel seçimlere kadar enflasyonla mücadele konusunda hiçbir şey yapmak niyetinde olmadıklarını gösteriyor. En önemli önceliklerinin ‘Enflasyonu düşürmek’ olduğunu söyleyerek iş başına gelen vitrin yönetim de sonunda Saraya uydu. Verdikleri ücretleri, maaşları, aylıkları, her şeyi, vergiyle, zamla, enflasyonla misliyle geri alacaklarını, göz boyama stratejisini sürdüreceklerini, milleti ezmeye devam edeceklerini açıkladılar.

    “İNSAN SÖYLERKEN UTANIR”

    Yandaş basın, ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadeleyi ‘Dezenflasyon süreci, gerçek dezenflasyon, istikrar’ gibi yaldızlı laflarla süreçlere ayırarak, bir başka bahara ertelemesine ‘Ne kadar da rasyonel’ ‘Ne kadar da gerçekçi’ diyerek alkış tutuyor. Anlaşılan Bakan Şimşek de doğru dürüst, bütüncül, çapalara bağlanmış bir program yapma imkânı kalmadığını görmüş. Sorunların temelindeki asıl sebebinin ekonomi bilimiyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan, ama ‘Ben ekonomistim’ diye caka satan, safsatalarıyla ekonominin altını üstüne getiren enflasyona rekor üstüne rekor kırdıran, ‘İtibardan tasarruf olmaz’ diyerek bir eli yağda, bir eli balda yaşayan Sarayın kibirlisi olduğunu biliyor. Fakat onun adını ağzına almaktan korkuyor. Bu yüzden Bakan Şimşek, olmayacak işi yaptı, enflasyonun sebebi olarak memur maaşlarına yapılan zamları gösterdi. Enflasyonun sorumlusu, enflasyonun ezdiği memur oldu. İnsan bu sözleri söylerken biraz utanır.

    “İNSANİ OLAN HİÇBİR ŞEY KALMAMIŞ”

    Enflasyon telafisi için dediğiniz yüzde 25 zammı emeklilerin çoğuna vermediniz. Emeklileri enflasyona ezdirip perişan ettiniz. Kaderine terk ettiniz. Çoğu 7 bin 500 liralık sefalet aylığına mahkum edilen emeklilerimize, bizim belediyelerimiz el uzattı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız, ‘İnsanı önceleyen belediyecilik, darda olanın yanında olmaktan geçer’ diyerek, şartları uyan tüm emekli hemşerilerinin sosyal yardımlardan yararlanmak için belediyeye başvurmalarını istedi. AK Partili belediye başkanları ise bunu alkışlayacaklarına, örnek alacaklarına, hakaret ettiler, iftira ettiler. Zamlarla ezdikleri milletimizle büyük bir duygusal kopuş yaşayan AK Parti kadrolarının, güzel olan, insani olan hiçbir şeye tahammülü kalmamış.

    “MEMURA, EMEKÇİYE YOK”

    Emekliye, emekçiye, memura üç kuruşu çok gören Erdoğan ve şürekası, yandaşlarına yaptırdıkları yollar, köprüler, tüneller için dolarla, avroyla verdikleri garantiler karşılığında bu yılın ilk 6 ayında 25 milyar lira ödemiş. Geçen yılın ilk 6 ayına göre artış yüzde 167. Emekliye yüzde 25 artışı çok gören hükümet. Yandaşa yaptığı ödemeleri yüzde 167 artırıyor. Emekliye, kendisinin neden olduğu enflasyon farkını vermeyen hükümet, geçiş ücretlerini, bırakın bu ülkedeki enflasyona göre güncellemeyi Amerikan enflasyonuna göre güncelliyor. Garantili geçiş ücretlerinde sebebi olduğu kur artışları yetmez gibi Amerikan enflasyonunu da Türk milletinin sırtına bindiriyor. Tüm bunlara para var. Memura, emekliye, emekçiye yok.

    “TMO ÇİFTÇİYİ YALNIZ BIRAKTI”

    Genel Başkanımız da bu hafta sonunda Erzincan’daydı. Çiftçinin, esnafın sorununu konuştu. Paramızın artan enflasyon karşısında nasıl değer yitirdiğini anlattı. Erzincanlılardan yerel seçimde CHP adayına desteklerini istedi. Yerel seçim sürecini meydanlarda başlattı. Ben de Parti Sözcüsü olarak, hafta sonunda seçim bölgem Tekirdağ’daydım. Çiftçinin derdini dinledik. Bir dokunduk, bin ah işittik. Trakya’da ciddi bir kuraklık var. ‘Sarı gelin’ ayçiçeğinde bu yıl çok büyük bir rekolte kaybı bekleniyor. Trakya illerinin milletvekilleri olarak hem çekirge zararlısı, hem de kuraklık nedeniyle bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi için bir kanun teklifi verdik. Borçların faizsiz ertelenmesini ve zararların sigortadan karşılanmasını istedik. Bu teklifin bir an önce Meclis gündemine alınması için Genel Başkanımız, Grup Başkanımıza ve Grup Başkanvekillerimize talimat verdi. Tekirdağ’da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin alım merkezini de ziyaret ettik. Ofis çiftçinin kara gün dostudur. Ama maalesef hükümet de ofis de çiftçiyi yalnız bıraktı.

    Depolarda ithal üründen yer kalmayınca, bizim çiftçimizin yerli ve milli ürününü ‘Ürün kaliteni beğenmedim’ diyerek, ofisin kapısından geri çeviriyorlar. Çiftçinin traktörü, römorkundaki buğdayı boşaltmadan TMO kapısından geri dönüyor. Buna derhal son verin, çiftçiyi tüccarın insafına bırakmayın. Elin çiftçisinin ürünü bizim depoları doldururken, bizim çiftçimizin alın teri, tüccarın insafına bırakılıyor. Bu, ciddi bir yönetim zafiyetidir. Çiftçimiz bu uygulamalarla giderek topraktan, üretimden kopuyor. Ve bu stratejik sektörde de ipler giderek daha fazla yabancıların eline geçiyor.

    Trakya’da çiftçi isyanda. Akbelen’de çevreciler sahada, yurdun dört yanında sağlıkçılar, emekliler, mühendisler eylemde. Ama milletimiz yalnız değil. Parti yönetimimiz, kadın kollarımız, gençlerimiz, örgütlerimiz, milletvekillerimiz ve Genel Başkanımız dört koldan sahada, vatandaşlarımızın yanındayız. Yanında olmaya devam edeceğiz. Nitekim Akbelen’deki çevre katliamını görüşmek için bu hafta salı günü bizim talebimiz üzerine Meclis toplanıyor. Bu defa AK Parti vekilleri, çocuklar gibi kapıların arkasına saklanmasınlar. Millet inim inim inlerken tatillerinden vazgeçsinler de, Meclis çalışmaya başlasın. İşleri sarayın keyfine bırakmayalım. Milleti ezdirmeyelim.

    İlk 6 ayda bütçe 483 milyar lira açık verdi. Bunun yarısından fazlası, 275 milyar lirası faiz harcaması. Kur Korumalı Mevduat garantilerine 25 milyar lira, KÖİ’lerin dövizli garantilerine bir o kadar daha gitmiş. Merkez Bankası’nın döviz kasasından satışlar da yeniden başlamış görünüyor. Seçim sonrasında biraz toparlanan rezervler, yeniden piyasaya sürülüyor. Temmuz ortasında 56 milyar dolara kadar inen net rezerv açığı yeniden 60 milyar dolara yükseldi. Dünyada kredi temerrüt riski primleri düştü. Biz de de 400’ün altını gördü. Şimdi yeniden ayrışarak 400’ün üzerine doğru hareketlendi. Bütçe açığı ve rezerv açığına, 60 milyar doları bulan bir cari açık eklendi. Temmuz ayı dış ticaret verilerine göre enerji fiyatlarındaki düşüşe rağmen dış ticaret açığı önceki yılın aynı ayına göre yüzde 16 artmış. Yıllık dış ticaret açığı ise yüzde 46 artışla 121 milyar dolara yükselmiş. Dış dengedeki bozulma devam ediyor. Gelir dağılımı da hızla bozuluyor. En zengin yüzde 20 toplam gelirin yarısını alıyor. Gelir adaletsizliğinde son 16 yılın rekoru kırıldı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre destek alan aşırı yoksul hanelerin sayısı geçen yıla göre 1 milyon artışla 3,7 milyona ulaşmış.

    “VATANDAŞ TATİLİ UNUTTU”

    Bir yılda; dana eti yüzde 143, yumurta yüzde 114, kuru soğan yüzde 113, kuru fasulye yüzde 101 zam görmüş. Patatesin fiyatı yüzde 99, beyaz peynirin fiyatı yüzde 83 artmış. TÜİK aylık enflasyonu ısrarla tek hanede tutmaya çalışırken, vatandaşın en çok kullandığı gıdalarda enflasyon bırakın iki haneyi çoktan üç haneye dayanmış. Resmi verilere göre, 63 milyon vatandaş konut masraflarının, 44 milyon vatandaş borçlarının altında eziliyor. 35 milyon vatandaş iki günde bir sofrasına bir kap et yemeği koyamaz halde. Yaz geldi vatandaş tatili unuttu. 50 milyon yurttaş, evden uzak 1 hafta tatil masrafını karşılayamaz durumda.

    “BU YAŞAMAK DEĞİL”

    OECD içerisinde vatandaşları en çok geçim kaygısı taşıyan ülke Türkiye. Bu yaşamak değil. Sabah işe git, akşam dön. Hafta sonu bir şey yapama, çocuğunu dışarıda bir yere götüreme. Bir hafta bile tatil yapama. Dört nüfus çalış yoksulluk sınırını geçeme. Bu hayat değil. Ekonominin her yeri yamalı bohçaya dönmüşken, tedbir alınacağına Hazine ve Maliye Bakanı, ‘Akıl dışı’ olmakla eleştirdiği politikalara, seçimler yaklaşırken usul usul geri dönüyor. Ekonomideki oyuncular da bunu görüyor. Herkes ekonomide zamanında çözülmeyen ertelenen her sorunun, sonunda katlanarak karşınıza çıkacağını biliyor. Tulumbada su bitti. Şimdi kavgada söylenmeyecek sözler söyledikleri gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katili olmakla 15 Temmuz’un finansörü olmakla suçladıkları, Körfez şeyhlerinin eline eteğine yapıştılar. Darbeci diye görüşmeyi kestikleri Sisi’yle el ele pozlar verdiler. Şimşek ve Erkan ikilisi geçtiğimiz hafta da SPK’nın daha 3 ay önce 33 milyon TL ‘piyasa bozucu eylem cezası’ kestiği JP Morgan’ın basına kapalı yatırımcı toplantısına koşa koşa gittiler. Ama sızan bilgilere bakılırsa kan emici, vur-kaççı kısa vadeli fonlar hariç Şimşek-Erkan ikilisinin anlattıklarına ciddi yatırımcılar fazla itibar etmemiş. Para politikasına dair ‘Somut ve öngörülebilir’ bir çerçeve bulamamışlar. Nasıl bulsunlar? Zaten Merkez Bankası Başkanı ‘Dinamik optimizasyon problemindeki en büyük kısıt’ sözleriyle vaziyeti anlattı. Hata, gömleğin ilk düğmesinden başlıyor. Masanın başında oturan, Erdoğan gibi bir ‘kısıt’ var.

    “GÜVENDİĞİNİZ DAĞLARA KAR YAĞAR”

    Erdoğan yaklaşan yerel seçimlerin 2023’te başlayan seçim sürecinin son durağı olduğunu görüyor. Burada yaşayacağı bir hezimetin iktidarına mal olacağını biliyor. Bu nedenle yerel seçimlere kadar Enflasyonla mücadele önceliği değil. Ekonomiyi şişirme, hormonlama, ne yapıp edip büyümeyi sağlama peşinde. Yerel seçime kadar 2000 öncesinin emme basma tulumba düzeni sürecek. Önce vatandaşın ücretine, maaşına, aylığına zam, sonra gelsin vergi, harç artışları. Gelsin benzin, gaz, elektrik zamları. Gelsin enflasyon dar ve sabit gelirliye kaşıkla verdiğini kepçeyle geri al. Teker böyle döner sanıyorlar. Biz bu filmi gördük yaşadık. Dönmedi, dönmez. Gerekenin yapılmadığı her dakika, ekonominin fay hatlarında biriken gerilim, daha yıkıcı hale gelir. Güvendiğiniz dağlara kar yağar.

    Seçimlerin ardından milleti zamlarla ezen Erdoğan, kendini destekleyenler başta olmak üzere milletle büyük bir duygusal kopuş yaşıyor. Bu nedenle de adaleti hukuku kendine göre eğip bükmeyi artırdı.Açıkça zulmediyor. Muhalefetin sesini kesmek için elinden geleni ardına koymuyor. Depremin vurduğu Hatay’ın milletvekili Can Atalay hala haksız, hukuksuz şekilde içeride tutuluyor. Hataylıların, milletin iradesine pranga vuruluyor. AK Parti Diyarbakır milletvekilinin sözlerini anımsatarak, Erdoğan Hükümeti’nin yeni bir açılım süreci başlatma ve terörist başını salıverme niyetinde olduğunu açıklayan gazeteci Merdan Yanardağ tutuklanıyor. TELE-1 ekranları Merdan Yanardağ’a isnat edilen suçla uzaktan yakından alakası olmayan bir yasa maddesine dayanılarak hukuksuz bir şekilde 7 gün karanlığa gömülüyor. Gazeteci Barış Pehlivan, denetimli serbestlikten yararlanabilecekken 8 ay daha içeri atılma tahdidi altında. Memleketin her yanında Her gün silahlar patlıyor.
    Sinan Ateş cinayetinin soruşturması bir türlü ilerlemiyor. Limanlarımız uyuşturucu rotalarının uğrak noktası haline gelmiş. Türkiye ‘dünyanın en tehlikeli 20 ülkesinden biri’ sayılıyor. Dünya klasmanında yerimiz Kolombiya ile Pakistan arasında bir yerde. Hükümet bunlar duyulmasın diye Harıl harıl gazetecileri tutuklattırıyor. Milletin artık sadece sofrasındaki ekmek değil, Canı da tehlikede.

    “HATALARIMIZI TELAFİ EDECEĞİZ”

    Depremin üstünden 6 koca ay geçmiş. Hala barınma sorunu, tuvalet sorunu, temiz suya ulaşım sorunu konuşuyoruz. Depremzedeleri okul yurtlarından İcra yoluyla atmaya kalktıkları söyleniyor. Tüm bu konuları incelemek üzere kadın milletvekillerimizden oluşan bir heyet deprem bölgesine gidecek. Heyetimiz Hatay’dan başlamak üzere son durumu yerinde inceleyecek. Bu hükümet, kendi seçmenleri dahil tüm milletle bağını koparmış bir vaziyette. Mayıs seçimlerini kazanamadık, bunun için en çok biz üzgünüz. Ama vakit yılgınlık vakti değil ayağa kalkacağız, eksiklerimizi gidereceğiz, yenileneceğiz, hatalarımız telafi edeceğiz. Yerel seçimlerde 25 milyonu 30 milyona, 35 milyona çıkaracağız.”

    “10 BİNİN ÜZERİNDE ÖNERİ”

    Öztrak, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.

    Öztrak, CHP’deki tüzük değişikliğiyle ilgili soruya, “Büyük hızla, üyelerimizin katılımına açık olarak sürüyor. Parti üyelerimizin katkılarını, önerilerini internette açtığımız platformda bize bildiriyorlar. Şu ana kadar partimizde intikal eden tüzük değişikliği önerilerinin sayısı 10 bini aşmış durumda. Görüş bildirme süresi 10 Eylül’e kadar sürecek” dedi.

     

  • GÜCÜCEK KOYU SAKİNLERİ PLAJ İHALESİNİN İPTALİ İÇİN EYLEM YAPTI… GÜDODER BAŞKANI GACAR: “BİZ BU FİLMİ GÖRDÜK. TEKRARINI DA YENİ VERSİYONUNU DA GÖRMEK İSTEMİYORUZ”

    GÜCÜCEK KOYU SAKİNLERİ PLAJ İHALESİNİN İPTALİ İÇİN EYLEM YAPTI… GÜDODER BAŞKANI GACAR: “BİZ BU FİLMİ GÖRDÜK. TEKRARINI DA YENİ VERSİYONUNU DA GÖRMEK İSTEMİYORUZ”

    İzmir’in Çeşme ilçesinde bulunan Gücücek Koyu’nda plaj işletmesine karşı çıkan bölge sakinleri, ihalenin iptal edilmesi için eylem yaptı. Gücücek Doğal Yaşamı Koruma Derneği (GÜDODER) Başkanı Av. Seher Gacar, “Gücücek Koyu ile ilgili kiralama ihalesinden vazgeçilmesini istiyoruz. Sahillerin halka bırakılmasını istiyoruz. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne, bakanlığa ‘Biz bu filmi gördük. Tekrarını da yeni versiyonunu da görmek istemiyoruz” diyoruz. Gücücek Koyu, önünüzdeki bir dosyadan, haritadan, bir uydu fotoğrafından ibaret değil. Gücücek, Ovacık halkı ile yaşayan, bütünleşen bir doğa parçası. Bırakın, bu doğal güzellik doğal kalsın, kâr hırsı ile bir kez daha talan edilmesin” dedi.

    İzmir’in Çeşme ilçesinde bulunan Gücücek Koyu, geçtiğimiz ay Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından plaj işletmesi olmak üzere ihaleye açılmıştı. Koyu korumak için 2017 yılında kurulan GÜDODER, ihaleye katılarak 56 milyon liralık en yüksek teklifi vermişti. Paranın ödenemeyecek bir tutar olduğunu karar veren dernek, ihalenin iptali için mücadeleyi sürdürüyor.

    GÜDODER ve diğer sivil toplum kuruluşlarından oluşan grup, bugün Çeşme merkezde toplanarak protesto yürüyüşü gerçekleştirdi. GÜDODER Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Seher Gacar, şu açıklamayı yaptı:

    “KOYUMUZU KORUMAYA VE ANAYASA İLE BİZE VERİLEN HAKKIMIZA SAHİP ÇIKMAYA KARARLIYIZ”

    “Bugün kalbimizin bir yarısı Akbelen’de. Orada da doğanın yaşam hakkını savunan güzel insanlar buluşuyor. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, ‘Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır’ demiş ama biz şimdilik herkes kendi evinin önünü temizlesin diyerek hattımızı müdafaa etmek durumundayız. Bugün müdafaa hattımızda yine Gücücek Koyu’muz var. Biz koyumuzu sonuna kadar korumaya, yeni bir kıyım riskinin önünü almaya ve bunun yanında anayasa ile bize tanınan haklarımıza sahip çıkmaya kararlıyız. Hafızasızlık başa bela. O yüzden 2017’de Gücücek Koyu’nda yaşananları tekrar tekrar anlatıyor, tekrar tekrar hatırlatıyoruz, hatırlatmaya devam edeceğiz.

    “2017’DE KOYUMUZUN DOĞAL YAPISINDAN, KİMLİĞİNDEN GERİYE HİÇBİR ŞEY BIRAKMAMIŞLARDI”

    2017’de Gücücek Koyu yine Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü tarafından ihale ile bir işletmeye kiralanmıştı. Onlarca yıldır bu çevrede yaşayan, özgürce bu sahilden denize giren insanlara sahilin en kıyısında küçücük bir alan bırakılmış, sahilin tamamı o dönemde basında çıkan bir haberdeki tanımlamayla ‘cezaevi duvarı’ gibi taş duvarla çevrilmişti. Devasa iş makineleri ile koyumuza dalmışlar; betonu, demiri, plastik boruları ile doğal sit alanında olmaması gereken bil cümle inşaat malzemesini yığmışlardı. Koyumuzun doğal yapısından, kimliğinden geriye hiçbir şey bırakmamışlardı. Ve arsızca bize demişlerdi ki: ‘Bir tuvaletiniz, bir duşunuz bile yoktu. Size medeniyet getirdik.’ Hep birlikte direnmiş, çalmadık kapı bırakmamıştık. O dönemdeki kurucu başkanımız sahile konulmak istenen konteynerlerin altına oturmuş, ‘getirin, üzerime bırakın’ demişti. Taşlı, sopalı kavgalar bile yaşanmıştı. Böylesi bir direniş ile kurtardık koyumuzu.

    “İÇİMİZE SİNMESE DE KENDİ KOYUMUZU KİRALAMAYA RAZI OLDUK”

    Gücücek Koyu 6 yılda ancak kendini rehabilite etti, eski doğal kimliğine kavuştu. Derken bu yıl yeni bir ihalenin şoku ile sarsıldık. Sahillerimizin kiralanmasına sonuna kadar karşı olsak da yeni bir facianın önüne geçmek için, gönüllülerimizden ihale bedelini toplayıp içimize sinmese de kendi koyumuzu kiralamaya razı olduk. İhaleye katıldık. Gelin görün ki ihale tutarı 56 milyon TL’yi aştı. Biz koyumuzu korumak için en yüksek teklif olan 56 milyonu aşan tutarı teklif ettik. Sonrasında yaptığımız toplantılar, teamül yoklamaları yıllık KDV dahil 67 milyon TL’yi aşan bu tutarı temin etme imkanımızın olmadığına kani olduk. Üstelik bu bedel, her yıl enflasyon oranında artarak tekrar ödenecek. En nihayet biz de koyumuzu kurtarmak/korumak için yeni bir mücadelenin startını verdik.

    “HALK PLAJI DİYE BİR TANIMLAMA, AYRIM YOKTUR; BÜTÜN PLAJLAR, BÜTÜN SAHİLLER HALKINDIR”

    Bu yıl yapılan ihalenin şartnamesinde 870 metrekarelik alan ‘halk plajı’ ibaresi ile ayrılmış, kiralama dışı bırakılmış. Devletimiz, 3 bin metrekare alana sahip koyun 870 metrekaresini halka; 2 bin küsur metrekaresini işletmeye ayırmış. 870 metrekare alan halkınsa 2 bin küsur metrekare alanı kullanacak olanlar kim? Onlar halk değil mi? Devlet en baştan bu ayrımla kiralanan alanın kendini halkın üstünde gören seçkin zümreye aidiyetini tescillemiş olmuyor mu? İşte bizim sınıfsal eşitsizliği normalleştiren bu ayrımı reddetmemiz lazım. Lütfen, gelin hep birlikte bu ‘halk plajı’ kavramını dilimizden, zihnimizden, her türlü kullanımdan kaldırıp atalım. Halk ormanı, halk gölü, halk nehri diye bir tanımlama nasıl ki yoksa halk plajı diye bir tanımlama da olamaz. Halk plajı diye bir tanımlama, ayrım yoktur; bütün plajlar, bütün sahiller halkındır.  

    “SEÇKİNLER SINIFINA DAHİL OLMADIĞINIZ İÇİN GİRMENİZE İZİN VERİLMEYEN O PLAJDAKİ HER BİR KUM TANESİNE SEKSEN BEŞ MİLYONDA BİR HİSSE İLE ORTAĞIZ”

    Anayasamızın 43. maddesi ve bu maddenin göndermesi ile kıyı kanunu 5. maddesi bize bu hakkı verir: ‘Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.’ Ama ve lâkin Çeşme’deki ve Türkiye’deki pek çok sahil beldesindeki ‘beach club’ denilen plaj işletmeleri, T.C. Anayasa’sının üstünde oldukları için 1000 ile 2 bin 500 TL arasında değişen giriş ücreti ödemeden anayasal hakkımızı kullandırmıyorlar bize. Oysaki seçkinler sınıfına dahil olmadığınız için girmenize izin verilmeyen o plajdaki her bir kum tanesine seksen beş milyonda bir hisse ile ortağız biz.

    “HALKIN SAHİLDE KULLANABİLECEĞİ DUŞU/TUVALETİ OLSUN DİYE YAPILAN YÖNETMELİK, HALKI KİŞİ BAŞI 1000 TL ÖDEMEK ZORUNDA BIRAKIYOR”

    Bizde, sahillerin özel sektöre kiralanmasının önünü açan yönetmeliğin gerekçesi şu: Halkın plajı kullanımı sırasında tuvalet ve duş ihtiyacı var, duş ve tuvalet konulduğunda temizliği sorun. Plajda yiyecek-içecek satacak bir büfeye ve şemsiye, şezlong kiralamaya izin verilsin, bu kişiler de karşılığında plajın, tuvaletlerin temizliğini üstlensin. Sözleşmeler standart: Sökülebilir basit malzeme, sınırlı basit yapı ve gölgelik yapılabilir, etrafı çevrilemez, kapatılamaz. Teori bu olsa da uygulamada 3 kişilik bir aile olarak o tuvalet ve duşu kullanabilmek için cebinizde bir günde harcayabileceğiniz en az bir aylık emekli maaşı tutarında paranızın olması gerekiyor. Halkın sahilde kullanabileceği duşu/tuvaleti olsun diye yapılan yönetmelik, halkı o duş ve tuvalet için kişi başı en az 1000 TL ödemek zorunda bırakıyor.

    “KARŞI DURUŞUMUZ, CAN YAKAN PRATİKLERDEN GELİYOR”

    Mesele sadece ücretli giriş de değil. Bu işletmeler doğal sit olanı olan koyları, bir avuç seçkinin eğlencesi için betona, demire boğarken, tropik adaların sahillerine benzetmeye çalışıyorlar, ama ortaya diskotekle karışık, kimliksiz, doğallığını tamamen yitirmiş, hiçbir şeye benzemeyen ucube yapılar çıkıyor. Çevreye yaydıkları fiziksel kirlilik yanında çevre kirliliğinden ayrılmaması gereken büyük bir gürültü kirliliği de cabası. Bizim karşı duruşumuz can yakan pratiklerden geliyor.

    “VATANDAŞ OLARAK BİZLER TABİAT VARLIKLARINI İDAREDEN KORUMAK İÇİN MÜCADELE ETMEK ZORUNDA KALIYORUZ”

    Doğal sit alanı olan koyumuz ile ilgili tüm yetki Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nde. Kurumun adı ve kuruluş amacı tabiat varlıklarını korumaya dair olsa da ne yazık ki sistem çoğu zaman buna izin vermiyor, ne ironiktir ki vatandaş olarak bizler tabiat varlıklarını idareden korumak için mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Oysaki halk doğayı devletten korumamalı, devlet ile birlikte doğayı korumalı. Ancak, merkezden yereli yönetmede karşılaşılan sorunlar burada da aynı. Bu ve benzeri koylara halk ve belediye iş birliği içinde bakıyor, temizliyor, merkezi idare Ankara’dan kaderini belirliyor. Merkezden yerelin denetimi deseniz çok güç. Ben, buradan Sayın Bakanımız Özhaseki’ye yaptığım daveti bir kez daha yineliyorum: Lütfen, yarımadamıza teşrif etsin, birlikte tebdil-i kıyafet yarımadamızdaki özel işletmelere kiralanan plajları gezelim. Kiralama şartnamesini ihlal etmemiş tek bir işletme çıkmayacaktır. En başta vatandaşın ücretsiz girişine engel çıkarmayan tek bir işletme bulamayacaktır.

    “BAKANLIĞA, ‘BİZ BU FİLMİ GÖRDÜK. TEKRARINI DA YENİ VERSİYONUNU DA GÖRMEK İSTEMİYORUZ” DİYORUZ. GÜCÜCEK KOYU, ÖNÜNÜZDEKİ BİR DOSYADAN, HARİTADAN, BİR UYDU FOTOĞRAFINDAN İBARET DEĞİL”

    Biz her kanaldan, her platformdan merkezi idareye sesimizi duyurmak istiyoruz. Gücücek Koyu ile ilgili kiralama ihalesinden vazgeçilmesini istiyoruz. Sahillerin halka bırakılmasını istiyoruz. Bakanlık ve genel müdürlüğün elinde mevzuat ve şartname var, bizde ise az evvel bahsettiğim somut gerçekler ve çok can yakan pratikler var. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne, bakanlığa ‘Biz bu filmi gördük. Tekrarını da yeni versiyonunu da görmek istemiyoruz” diyoruz. Gücücek Koyu, önünüzdeki bir dosyadan, haritadan, bir uydu fotoğrafından ibaret değil. Gücücek, Ovacık halkı ile yaşayan, bütünleşen bir doğa parçası. Bırakın, bu doğal güzellik doğal kalsın, kâr hırsı ile bir kez daha talan edilmesin. Ve yine bırakın, geçim derdindeki dar gelirli vatandaşların ücretsiz günü birlik tatil yapabileceği, denize girebileceği, nefes alabileceği sınırlı sahillerden biri daha halkın elinden gitmesin. Bu koyun doğal haliyle kalmasını istiyoruz. İllaki bir düzenleme yapılacaksa Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan halkın kullanımına tahsisli plaj projesi kapsamına Gücücek Koyu’nun da alınmasını ya da belediyeye tahsis edilmesini istiyoruz. Vatandaş olarak devlet ile yaptığımız toplumsal sözleşmeden doğan hakkımızı, bize ait olanın bizde kalmasını istiyoruz.”

  • TKDF’DEN ‘MÜNEVVER KARABULUT CİNAYETİ’ AÇIKLAMASI: “UYARIMIZ, GARİPOĞLU AİLESİNİN MADDİ GÜCÜNE DAYANARAK AİLENİN BU CİNAYETİN PARÇASI OLDUĞUNU UNUTTURMAYA ÇALIŞANLARA VE MÜNEVVER KARABULUT’UN HATIRASINA SAYGISIZCA SALDIRAN B

    TKDF’DEN ‘MÜNEVVER KARABULUT CİNAYETİ’ AÇIKLAMASI: “UYARIMIZ, GARİPOĞLU AİLESİNİN MADDİ GÜCÜNE DAYANARAK AİLENİN BU CİNAYETİN PARÇASI OLDUĞUNU UNUTTURMAYA ÇALIŞANLARA VE MÜNEVVER KARABULUT’UN HATIRASINA SAYGISIZCA SALDIRAN B

    Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF), son günlerde yeniden gündeme gelen Münevver Karabulut cinayetine ilişkin, “Münevver Karabulut cinayeti, katil Cem Garipoğlu’nun ailesinin de suça ortaklığıyla gerçekleştirilmiş kolektif bir kadın cinayetidir. Buradan uyarıyoruz; bu konuyla ilgili paylaşımların kamu vicdanını gözeterek yapılması şarttır. Bu uyarımız, Garipoğlu ailesinin maddi gücüne dayanarak ailenin bu cinayetin parçası olduğunu unutturmaya çalışanlara, kamu vicdanını zedeleyecek paylaşımları neticesi gelen eleştirilere kulak tıkayanlara ve Münevver Karabulut’un hatırasına saygısızca saldıran bizzat Garipoğlu ailesine” açıklamasını yaptı.

    TKDF, son günlerde tekrar gündeme gelen Münevver Karabulut cinayetine ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. TKDF’nin bugün Twitter hesabından yaptığı açıklama şöyle:

    “KİMSE KADINLARA ‘SAVUNMA HAKKINDAN’ BAHSETMEYE KALKMASIN, NEYİN NE OLDUĞUNU SİZDEN ÇOK DAHA İYİ BİLİYORUZ”

    “Münevver Karabulut’un vahşice katledilmesi tekrar Türkiye’nin gündeminde. Buna Garipoğlu ailesinin pişkinliği, belli bir kesim tarafından aile ile sürdürülen sosyal ilişki ağları, ünlülerin aile ile verdikleri boy boy hicapsız pozlar sebep oluyor. Katilin babasını savunan avukat Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı görevi yaptı bu ülkede. Hayır, kimse kadınlara ‘savunma hakkından’ bahsetmeye kalkmasın, neyin ne olduğunu sizden çok daha iyi biliyoruz.

    “MÜNEVVER KARABULUT CİNAYETİ, KATİL CEM GARİPOĞLU’NUN AİLESİNİN DE SUÇA ORTAKLIĞIYLA GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ KOLEKTİF BİR KADIN CİNAYETİDİR”

    Münevver Karabulut cinayeti, katil Cem Garipoğlu’nun ailesinin de suça ortaklığıyla gerçekleştirilmiş kolektif bir kadın cinayetidir. Bu vahşi cinayet, yaşı fark etmeksizin her kadın için ağır bir travmadır. Garipoğlu ailesinin günümüzde de süregelen sorumsuz tavrı, toplumsal adalet ve kamu vicdanı ekseninde asla kabul edilebilir değildir ve suçun şahsiliği ilkesi dahilinde tartışılamaz.

    “BU UYARIMIZ, MÜNEVVER KARABULUT’UN HATIRASINA SAYGISIZCA SALDIRAN BİZZAT GARİPOĞLU AİLESİNE”

    Buradan uyarıyoruz; bu konuyla ilgili paylaşımların kamu vicdanını gözeterek yapılması şarttır. Bu uyarımız, Garipoğlu ailesinin maddi gücüne dayanarak ailenin bu cinayetin parçası olduğunu unutturmaya çalışanlara, kamu vicdanını zedeleyecek paylaşımları neticesi gelen eleştirilere kulak tıkayanlara ve Münevver Karabulut’un hatırasına saygısızca saldıran bizzat Garipoğlu ailesine.”

    NE OLMUŞTU?

    Münevver Karabulut, 3 Mart 2009’da Cem Garipoğlu tarafından katledilmişti. Baba Mehmet Nida Garipoğlu tasarlayarak, canavarca hisle ve eziyet ile kasten öldürme suçundan tutuklanmış, katil Cem Garipoğlu ise cinayetten 197 gün sonra polise teslim olmuştu. Garipoğlu, 10 Ekim 2014’te Silivri’de cezasını çektiği 5 No’lu L Tipi Kapalı Cezaevi’nde kendini asarak intihar etmişti.

    Cem Garipoğlu’nun kız kardeşi Sakine Garipoğlu ise 2021’de Instagram hesabından bir aile fotoğrafını paylaşmıştı. Fotoğraftaki koltuğun Münevver Karabulut’un öldürüldüğü odada bulunan koltuk olduğu hala kan izlerinin durduğu iddia edildi. Garipoğlu ailesinin koltuktaki fotoğrafı tepkilere neden olmuştu. Sakine Garipoğlu, geçtiğimiz günlerde Instagram hesabından cinayet yöntemine benzer içeriğe sahip bir fotoğraf paylaşmıştı.

     

     

  • HAMDİ TÜRKMEN’E HÜZÜNLÜ ANMA

    HAMDİ TÜRKMEN’E HÜZÜNLÜ ANMA

    Bir yıl önce yaşamını yitiren İzmir basının usta kalemi Hamdi Türkmen, ailesi ve sevenlerinin katıldığı bir törenle anıldı. Törende konuşan Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, Türkmen’in bilgi dağarcığına ve entelektüel kişiliğine dikkat çekerek, “İyi bir gazeteciyi, iyi bir dostu ve kentle ilgili fikirlerini alabileceğimiz önemli bir insanı kaybettik” dedi.

    İzmir basının usta kalemi, duayen gazeteci Hamdi Türkmen, ölümünün ilk yılında Karabağlar Paşaköprü Mezarlığı’nda bulunan kabri başında düzenlenen hüzünlü bir törenle anıldı. Törene Konak Belediye Başkanı Abdül Batur’un yanı sıra Türkmen’in ailesi, gazeteci dostları ve çok sayıda seveni katıldı.

    Törende konuşan Başkan Batur, Türkmen’le dostluklarının çok uzun yıllara dayandığını, Göztepe Spor Kulübü’nde de birlikte çalıştıklarını anımsatarak, “Hamdi Ağabey benim için çok önemli bir isimdi. Yazdıklarıyla, idareciliğiyle duayen bir gazeteciydi; İzmir aşığı bir ağabeyimdi. Birbirimize takılır, şakalar yapardık. Onu çok arıyorum. İyi bir gazeteciyi, iyi bir dostu ve kentle ilgili fikirlerini alabileceğimiz, bilgi dağarcığı, entelektüel kişiliği çok iyi olan, önemli bir insanı kaybettik. Çocuklarına çok düşkün, çok iyi bir aile babasıydı. Bende çok büyük hatırası var. Onu özlüyorum. Işıklar içinde uyusun” dedi.

    “ELİNE SU DÖKÜLEMEYECEK BİR GAZETECİYDİ”

    Törende Başkan Batur’un yanı sıra Türkmen’in ailesi ve gazeteci dostları da Hamdi Türkmen’i andı. Onunla ilgili anılarını paylaşan, özlemlerini dile getiren sevenleri usta kalemin meslekte birçok gazetecinin yetiştirilmesine katkısı olduğunu hatırlatarak, “İzmir’de, Ege’de eline su dökülemeyecek bir gazeteciydi” dedi. Türkmen’in fedakâr bir dost olduğunu vurgulayan sevenleri, onu unutmayacaklarını, anısını yaşatacaklarını da vurguladı.

    Konuşmaların ardından duayen gazetecinin kabrine karanfiller bırakıldı.

  • TARSUS BELEDİYE BAŞKANI BOZDOĞAN’DAN TİYATRO OYUNUNA SORUŞTURMAYA TEPKİ: “KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAPINCA ADI TİYATRO, BİZ YAPINCA SİYASİ BİR ARGÜMAN MI OLUYOR”

    TARSUS BELEDİYE BAŞKANI BOZDOĞAN’DAN TİYATRO OYUNUNA SORUŞTURMAYA TEPKİ: “KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAPINCA ADI TİYATRO, BİZ YAPINCA SİYASİ BİR ARGÜMAN MI OLUYOR”

    Tarsus Belediyesi tarafından vatandaşlarla buluşturulan ‘Yıldızlar Altında Bir Yaz Eğlencesi’ adlı tiyatro oyunu hakkında Mersin Valiliği tarafından soruşturma başlatıldı. Tarsus Belediye Başkanı Haluk Bozdoğan, “Soruşturmaya konu olan oyun, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından onaylanmış, ilgili birimlerince olumlu raporlar edilmiş. Kültür ve Turizm Bakanlığı yapınca adı tiyatro, Tarsus Belediyesi yapınca gammazlamak ve halkı galeyana getirmek için fırsat kolladığınız bir siyasi argüman mı oluyor” diye tepki gösterdi.

    Tarsus Belediyesi tarafından 3 yıldır geleneksel olarak düzenlenen tiyatro akşamlarında yoğun ilgi gören ‘Yıldızlar Altında Bir Yaz Eğlencesi’ adlı tiyatro oyununun bir kesitinin sosyal medya üzerinden paylaşılması üzerine Mersin Valiliği tarafından konuyla ilgili soruşturma başlatıldı. 

    Başkan Bozdoğan konuya ilişkin yaptığı açıklamada, şunları kaydetti:

    “Bu yıl üçüncüsünü düzenlediğimiz, hemen her mahallemizi karış karış gezen tiyatrolar, bu yıl aymaz ve bilgisiz bir şovmenin çektiği videoyla ‘başka’ şekilde gündeme geldi. Bu aymaz ve bilgisiz bir video yayınladı. Kendisi, hayatı boyunca tiyatro oyunu izleme gibi medeni bir cesaret gösteremediği için, oyunu izlemeleri ve açık aramaları için tuttuğu 3-5 kişinin kesip kırptığı videolar üzerine soluğu adliyede aldılar. Bu bilgisiz ve bir sanat olayını engelletme girişiminde bulunan yobaz zihniyet ne diyordu açıklamasında, bir bakalım: ‘Tarsus’ta tiyatro adı altında inanç değerlerinin hedef alındığı görülmektedir. Toplumun bir kesiminin dini inançlarının aşağılanması suç olarak tanımlanmıştır. Toplumla ilgili olumsuz ve kötü örneklerin yayınlanmasının kabul edilecek hiçbir yanı yoktur.’

    Yine dün, Mersin Valiliği tarafından yayınlanan basın bülteninde neler ifade edilmiş bir bakalım: ‘Tiyatro oyununda müstehcen ve dini inanç değerlerini aşağılayan ifadeler kullanıldığı, kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun hükümlerinin işletilmesi, aile yapımız, milli ve manevi değerlerimizle bağdaşmaması, müstehcenlik içermesi’ sebeplerinden ötürü, Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerince Tarsus Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuş. 

    Bu izlediğiniz oyun, 2006 yılında sahnelenen Van Devlet Tiyatrosu oyunu. Yani, Tarsus’ta şikayet edilen, yasaklanması için suç duyurusunda bulundukları oyun. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından onaylanmış, ilgili birimlerince olumlu raporlar edilmiş, Van Devlet Tiyatrosu tarafından onlarca kez bu şekilde sahnelenmiş bu oyun. Dini aşağılamış mı, aile değerlerimizi sarsmış mı, milli değerlerimizi sarsmış mı, müstehcen mi, oyuncu tesettürlü mü, adamın elinde tesbih var mı? Niye oynattınız o zaman? Bu oyun yalnızca Van’da mı oynamış tabii ki hayır. Sayıyorum, 16 Ekim 2006 Muş, 17 Ekim 2006 Bitlis, 30 Ekim 2006 Batman, 31 Ekim 2006 Siirt. Ve birçok yerde daha Kültür Bakanlığı’nca sahnelenmiş. Van, Muş, Bitlis, Batman, Siirt ve birçok ilimizin valiliği ‘Dini değerlerimiz aşağılanıyor’ diye soruşturma başlatmamış.

    Yıl 1995, bu kez Ankara’dayız. Aynı oyun, aynı şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından onaylanıyor, repertuara alınıyor, tüm izinler veriliyor ve Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahneleniyor. 5 yıl boyunca ülkenin her sahnesinde, her yerinde kapalı gişe oynuyor. Ankara Valiliği ve oyunun gösterildiğini hiçbir ilin valiliği ‘Dini değerlerimiz aşağılanıyor’, ‘Aile yapımız ve milli ve manevi değerlerimizle bağdaşmıyor’ şeklinde soruşturmalar açmıyor. Benim yalnız ve bir başıma Tarsus’umda birinci gününde soruşturmalar başlatılıyor, şikâyet başvuruları yapılıyor. Bize göre ve her gün binlerce kişiyle buluştuğu Tarsuslu vatandaşlarımıza göre ne dini aşağılıyor ne milli değerlerimize saldırıyor. Ama devletimizin yetkililerine göre bu oyun Tarsus’ta dini aşağılarken, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda üstelik para karşılığında oynatılıyor. Bir yandan hem dini değerlerimiz aşağılanıyor diyeceksiniz hem aynı oyuna parayla bilet satacaksınız. Hem milli değerlerimizi aşağılıyor diyeceksiniz hem vatandaşın cebindeki parayı alacaksınız.

    Şimdi buradan, Tarsus halkı huzurunda, gammazcı şarlatanlar gibi şikâyet etmiyorum. Namazında niyazında olan, elhamdülillah Müslüman olan, onurlu bir vatandaş gibi soruyorum, eğer müstehcense, eğer dini değerleri aşağılıyorsa, eğer milli değerlerimizi ayaklar altına alıyorsa, eğer aile değerlerimizi aşağılıyorsa niye yıllarca vatandaşa izlettiniz. Madem dini aşağılıyordu, neden devletin kurumlarında hazırlayarak vatandaşa parayla sattınız? Neden kar amacı güttünüz? Kültür Bakanlığı yapınca adı tiyatro, Tarsus Belediyesi yapınca gammazlamak ve halkı galeyana getirmek için fırsat kolladığınız bir siyasi argüman mı oluyor?

    Bu izlediğiniz oyunu Kültür Bakanlığı’na sorunuz. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne sorunuz. Şu an İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından da sahnelenen oyun için İzmir Valiliği soruşturma açmış mı, araştırınız. Tarsus’ta kirli ve ahlaksız siyaseti yobazlıkla taçlandıranların maskesini bir kez daha düşürdüğüm için gururluyum. Cehaleti paçalarından akan ağzı salyalı zihniyetlere sesleniyorum, biraz önce izlediğiniz oyundaki adam Arabistanlı bir petrol şeyhini canlandırıyor. Olay ne Türkiye’de geçiyor ne de İslam’dan İslamiyet’ten söz ediliyor. Ancak oyunu izlemeye bile cesaret edemeyen yobazların galeyanı ile Tarsus’ta kaos ortamı yaratılmaya çalışılıyor.

    Soruyorum, belediye başkanınız kadınları aşağılayan fıkralar anlatırken kafanızı kuma mı gömmüştünüz? Bugün her akşam binlerce Tarsuslunun izlediği tiyatroları kapatırken şovmen olmaya karar vermemiş miydiniz? Açtığınız soruşturmaları yakından takip edeceğim. Bu ülkenin özgür insanlarına, özgür sanat eserlerini sahnelemeleri için elimden gelen gayreti göstereceğim. Sanatı gördüğünde gözü korkan yobazdan da cesur olmasını ve Ankara ve Van Devlet Tiyatroları’nda bu oyunun yıllarca nasıl sahnelendiğini öğrenmesini istiyorum. Sonra da gücü yetiyorsa vakıflarda tecavüz edilen çocuklarımızın videosunu çeksin. Çocuk gelinlerin videosunu çeksin. Öldürülen kadınlarımızın videosunu çeksin. Gücü yetiyorsa İsveç’te Kuran’ı Kerim’i yakanları meşrulaştıran zihniyetlerin videosunu çeksin. Biz de ‘Yobaz değil, delikanlıymışsın’ diyelim.” 

     

     

     

  • FAİK ÖZTRAK: ‘FAİZ SEBEP, ENFLASYON NETİCE’ SAFSATASININ SONU GELDİ. O ZAMAN NEDEN PARAMIZI PUL ETTİNİZ? NEDEN MİLLETİN TENCERESİNİ BOŞALTTINIZ

    FAİK ÖZTRAK: ‘FAİZ SEBEP, ENFLASYON NETİCE’ SAFSATASININ SONU GELDİ. O ZAMAN NEDEN PARAMIZI PUL ETTİNİZ? NEDEN MİLLETİN TENCERESİNİ BOŞALTTINIZ

    CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Merkez Bankası, çok beklenen faiz kararını verdi, politika faizini 15 puana çıkardı. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendi. Ortaya güven uyandıran, sağlam çapalarla tahkim edilmiş bir program konmadan, enflasyonu düşürme konusunda ilk cephane korkarım boşa harcandı. Böyle giderse bunlar daha çok faiz artırırlar. Milleti daha yüksek işsizliğe, pahalılığa mahkum ederler. Diğer taraftan, daha önce Erdoğan’ın talimatıyla nas stratejisi uygulayarak faiz indiren Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun bir üyesi değişti. O da Merkez Bankası Başkanı, diğer üyeler değişmedi. Ama bu üyeler, bu kez kıblelerini değiştirip faiz artırma kararı aldı. Bu üyelere açık ve net soruyorum: Nasınıza ne oldu? Sizin kıbleniz neresi? Faiz artırımı sürecine girerken bankalara zorla verdiğiniz düşük faizli tahvillerle ilgili ne tedbir alacaksınız? Bunları yenileriyle değiştirecek bir planınız var mı? ‘Faiz sebep, enflasyon netice’ safsatasının sonu geldi. O zaman neden paramızı pul ettiniz? Neden milletin tenceresini boşalttınız” dedi.

    Faik Öztrak, bugün CHP Genel Merkezi’nde Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken basın toplantısı düzenledi. Öztrak, şunları söyledi:

    “MYK ÜYELERİMİZ, KENDİ ALANLARINA GİREN KONULARDA KURULUMUZU BİLGİLENDİRDİLER”

    “Merkez Yönetim Kurulu’muz devam ediyor. Bu, bayram öncesi son toplantımız. Öncelikle sizlerin ve aracılığınızla tüm milletimizin bayramını kutluyoruz. Yine bugün, Amasya Genelgesi’nin yayımlanmasının yıl dönümü. Kurtuluş Savaşı’mızın yol haritasının çizildiği ‘Milletin istiklâlini, ancak milletin azim ve kararının kurtaracağı’ ilkesinin ortaya konduğu Amasya Genelgemizin yıl dönümünü kutluyorum. Bugün kurulumuzun gündeminde ekonomideki ve siyasetteki son gelişmeler vardı. 14 ve 28 Mayıs 2023’te genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilk aşamasını tamamladığımız seçim sürecinin son aşaması olan mahalli idareler seçimlerini de değerlendirdik. Ayrıca toplantıda MYK üyelerimiz, kendi alanlarına giren konularda kurulumuzu bilgilendirdiler.

    “İL BAŞKANLARIMIZ, YEREL SEÇİMLER ÖNCESİ CUMHURİYET’İMİZİ DEMOKRASİYLE TAÇLANDIRACAĞIMIZI BELİRTMİŞLERDİR”

    Genel Başkan’ımız, dün il başkanlarımızla toplandı. 9 saat süren toplantıda, 14-28 Mayıs sürecini ve yaklaşan yerel yönetim seçimleri aşamasında yapılacakları değerlendirdiler. İl başkanlarımız, bugün toplantıya ilişkin bir mutabakat metnini açıkladılar. İl başkanlarımız, bu açıklamada öncelikle ülkeyi yöneten Düyun-u Umumiye kabinesinin memleketi uluslararası tefecilere teslim ettiği tespitinde bulunmuşlardır. Yine bu açıklamada il başkanlarımız, değişimin kişi bazlı bir değişim demek olmadığını, yapısal ve işleyişsel eksiklikleri içeren değişim taleplerinin sağlıklı bir sonuç doğurmayacağını, seçimlerde herkesten çok çalışan Genel Başkan’ımızı itibarsızlaştırmaya yönelik yaklaşımları tasvip etmeyeceklerini de ifade etmişlerdir. İl başkanlarımız, yerel seçimler öncesi, demokratik bir parti tüzüğünü hayata geçireceğimizin ve kurultayımızı da tamamlayarak kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Kimsesizlerin kimsesi’ diyerek tarif ettiği Cumhuriyet’imizi demokrasiyle taçlandıracağımızı belirtmişlerdir.

    “ERDOĞAN, DÜNKÜ GRUP TOPLANTISINDA BİZİM LAFLARIMIZI EĞİP BÜKMEYE ÇALIŞIRKEN KONTROLÜ KAYBETTİ”

    Genel Başkan’ımız ve partimiz, uzunca bir süredir bu hükümetin ülkeyi yönetme kabiliyetini yitirdiğini, beyin ölümünün gerçekleştiğini anlatıyor. AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın dün yaptığı grup toplantısında buna bir kez daha şahit olduk. Mayıs ayında yapılan seçimler öncesinde, Millet İttifakı’nın her biri alanında uzman isimleriyle gece gündüz çalışarak ortaya koyduğumuz Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nden kes-yapıştır yaparak seçim bildirgesi yazmışlardı. Dün de Erdoğan ve metin yazarlarının, bu kez bizim seçim sürecinde kendilerini tarif etmek için kullandığımız ifadeleri, grup konuşmasında kes-yapıştır yaparak bize karşı kullanmaya kalktığını gördük. Bizim sözlerimizin rayihası, Erdoğan’ın ağzından dökülünce, şair Cemal Süreya’nın deyimiyle ‘Ahırda gezdirilmiş gül kokusuna’ döndü. Erdoğan, dünkü grup toplantısında bizim laflarımızı eğip bükmeye çalışırken kontrolü kaybetti. Milleti bölüp parçalayan kirli dilini yine tutamadı. Önce hakaret ve iftiraya başladı. Ardından kantarın topuzunu iyice kaçırdı. Yine partimizin iç işleri hakkında atıp tuttu. Bir defa daha, CHP’nin kendisinin en büyük kabusu olduğunu gösterdi.

    “CUMHURİYET’İMİZİ KURAN PARTİMİZE TERÖRLE İŞ BİRLİĞİ ÇAMURU ATMAYA ÇALIŞTILAR”

    Biz, öncelikle hakaret ve iftiralarını kendisine aynen iade ediyoruz. Ardından Saray’a ve tembel metin yazarlarına, sözlerimizin ne demek olduğunu bir kere daha hatırlatıyoruz. Biz, bu Saray rejimine, ‘ucube şahsım rejimi’ dedik. Çünkü bu rejim, tüm yetkileri bir kişide toplayan, hiçbir fren ve denge tanımayan, bu toprakların mayasına uymayan, başka ülkede benzeri ve sınırları olmayan bir ucubedir. Biz, bunların düzenine ‘yalan, dolan ve talan düzeni’ dedik. Çünkü bu düzen, millete verdiği hiçbir sözü tutmayan, her seferinde yalana ve dolana başvuranların düzenidir. Kurdukları vakıflarla, yandaşlarına verdikleri ballı ihalelerle, vergi cennetlerindeki aile şirketleriyle ülkenin kaynaklarını talan edenlerin düzenidir. Biz, ‘etik dışı kampanya’ dedik. Çünkü atama bakanları bile istifa ettirmeden milletvekili adayı yapıp sahaya sürdüler. Devletin tüm imkanlarını sonuna kadar muhalefete karşı pervasızca kullandılar. Her türlü iftirayı attılar. Cumhuriyet’imizi kuran partimize terörle iş birliği çamuru atmaya çalıştılar.

    Millete meydanlarda, kendi yaptırdıkları sahte, montaj videoları izlettiler. Sonra da ‘ama montaj, ama şu, ama bu’ diyerek siyasi arsızlıkta zirve yaptılar. Şehirleri yalan afişlerle donattılar. İşi o kadar ileri götürdüler ki aleyhimize yazması için değil, kendileri ortada görünmeden aleyhimize sosyal medyada kampanya yaptırması için bir yandaş basın kuruluşunu, kim bilir kimlerden milyonlarca lira aktararak maşa diye kullandılar. Biz Erdoğan’a ‘Saray’ın kibirlisi’ dediysek bunun sebebi, her şeyi kendi bildiğini sanması, kendinden başka kimseyi dinlememesi, ‘şahsım, şahsım’ diyerek böbürlenmesidir. Biz ‘halka tepeden bakan’ bu anlayışı eleştiriyorsak sebebi, Keçiören’deki evinden Saray’a taşındıktan sonra milleti unutması, halini görmemesi, sesini duymamasıdır. Biz ‘Bunlar aynı maklubenin etrafına oturanlar’ dediysek sebebi, hain FETÖ ile aynı yağmurda ıslanmış, devletin harimi ismetini, kozmik odasını terör örgütüne teslim etmiş, milli ordumuza terör örgütüyle birlikte kumpas kurmuş olmalarıdır. Biz Saray’ın trol ordularından bahsediyorsak, Ebabil harekatlarının çarşaf çarşaf ortaya dökülmesindendir. Biz ‘29 Mayıs, yerel seçim sürecinin ilk günüdür. Vakit, yılgınlık vakti değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki 25,5 milyon oyu 30 milyona çıkarma, birleşe birleşe kazanma vaktidir’ diyorsak bu, Cumhuriyet’imizin ve CHP’mizin kurucusu Atatürk’ten miras aldığımız bu ülkenin geleceğine olan inancımızdandır.

    “BÖYLE GİDERSE BUNLAR DAHA ÇOK FAİZ ARTIRIRLAR. MİLLETİ DAHA YÜKSEK İŞSİZLİĞE, PAHALILIĞA MAHKUM EDERLER”

    Saray’daki ahlaki çöküntü çok şükür bizde yok, bizdeki inanç da saray ve şürekasında yok. O yüzden sözlerimizin zarfını aşırsalar da mazruf ağızlarında sırıtıyor. Düyunu Umumiye kabinesi atamak zorunda kalan Erdoğan’ın bir zamanlar Halk Bankası’nı dolandırmakla suçladığı eski bakanını yeniden Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirmesinin ve iddialara göre Katar Emiri’nin tavsiyesiyle Amerika’dan ithal Merkez Bankası Başkanı’nı getirmelerinin ardından yeni ekonomi takımının ilk icraatını bugün gördük. Merkez Bankası, çok beklenen faiz kararını verdi, politika faizini 15 puana çıkardı. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendi. Ortaya güven uyandıran, sağlam çapalarla tahkim edilmiş bir program konmadan, enflasyonu düşürme konusunda ilk cephane korkarım boşa harcandı. Böyle giderse bunlar daha çok faiz artırırlar. Milleti daha yüksek işsizliğe, pahalılığa mahkum ederler.

    “BİR ELİNİZLE YAPTIĞINIZI, ÖBÜR ELİNİZLE BOZUYORSUNUZ”

    Diğer taraftan, daha önce Erdoğan’ın talimatıyla nas stratejisi uygulayarak faiz indiren Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun bir üyesi değişti. O da Merkez Bankası Başkanı, diğer üyeler değişmedi. Ama bu üyeler, bu kez kıblelerini değiştirip faiz artırma kararı aldı. Bu üyelere açık ve net soruyorum: Nasınıza ne oldu? Sizin kıbleniz neresi? Sunay Akın’ın dediği gibi ‘Sorun atlıkarıncalar değil, arkada dönüp duran dönme dolaplardır’. Tabii bu durumda Saray’a sormak da bizim hakkımızdır: Faiz artırımı sürecine girerken bankalara zorla verdiğiniz düşük faizli tahvillerle ilgili ne tedbir alacaksınız? Bunları yenileriyle değiştirecek bir planınız var mı? Ülkemizin oldukça kırılgan olduğu zombi şirketler konusunda faiz artırımı sürecinde ne yapmayı düşünüyorsunuz? Öyle görünüyor ki ‘Faiz sebep, enflasyon netice’ safsatasının sonu geldi. O zaman neden paramızı pul ettiniz? Neden milletin tenceresini boşalttınız? Ağa ile maraba fıkrasında olduğu gibi; madem sonunda aynı yere gelecektiniz, bunca haltı neden yediniz? Tek başına faiz artışı, ‘birinci öncelik’ dediğiniz enflasyonu düşürmeye yetmez. Bir yandan seçim harcamalarında gaza basıyorsunuz, bir yandan faiz artırıyorsunuz. Bir elinizle yaptığınızı, öbür elinizle bozuyorsunuz. Elinizdeki sınırlı kurşunu boşa atıyorsunuz. Tekrar söylüyoruz; bütüncül, güçlü çapalara sahip bir program olmadan bu iş gitmez. Yaptıklarınız, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan AK Parti Genel Başkanı’nın akıl dışı politikalarla viraneye çevirdiği ekonomiyi sağlığına kavuşturmaz. Aspirin tedavisi ve pansumanın ötesine geçmez. İşe de yaramaz.

    “ERDOĞAN BİLDİĞİNİ OKUYOR”

    Yerel seçim yaklaşıyor. Anlaşılan tedrici uygulamalarla seçimlere kadar gidebilme esnekliğimiz var sanıyorsunuz ama yok. Erdoğan, dün de grup toplantısında, ‘Faiz sebep, enflasyon netice’ olarak bildiğimiz ‘Cari fazla yoluyla enflasyonla mücadele’ safsatalarını aynen devam ettirdi. Erdoğan böyle yaptıkça kafalar daha da karışıyor, güven bir türlü sağlanamıyor. Erdoğan bildiğini okuyor. Mehmet Bey ve ekibi de dışarıdan para bulmak için vitrin süsü olarak kullanılıyor. Bu şartlarda piyasalar bu parayı vermez. Türkiye, Körfez’den gelecek ahbap çavuş parasına kalır. Onlar da BOP Eş Başkanı’na, Merkez Bankası Başkanı’nı Düyun-u Umumiye komiseri olarak dayatırlar.

    “MERKEZ BANKASI’NIN DÖVİZ KASASINDAKİ AÇIK 74 MİLYAR DOLARA ULAŞMIŞ”

    Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile Hazine ve Maliye Bakanı’nın Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptıkları ani ziyaret, dışarıdan para bulma konusunun Körfez ülkelerinin himmetiyle yürütülmeye çalışılacağını gösteriyor. Bugün açıklanan rezerv verilerine göre Merkez Bankası’nın döviz kasasındaki açık 74 milyar dolara ulaşmış. Böyle giderse Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın ve Bakan’ın daha pek çok Körfez seferi yapmak zorunda kalacağı açık. Tabii bu arada piyasa yerine ahbap-dost işi borç alanın, emir alacağını da unutmamak gerekiyor. Erdoğan’ın satır aralarında kalan bir başka sözü de ekonomi yönetimine ‘Çok ağır sorumluluklar yükledikleri’ şeklinde oldu. Erdoğan’ın, ‘Ekonominin sorumlusu benim, ben’ diyerek millete yaşattığı kabusun siyasi faturasını kime ödeteceği ortaya çıkıyor.

    “SAYIN BAHÇELİ, BU UCUBE REJİMİ PAZARLARKEN VADETTİĞİNİZ İSTİKRARA NE OLDU”

    Birden tam yol tornistan, ‘Ekonomi yönetimine sorumluluk yükledim’ demeye başladı. Erdoğan, ekonomide onca yanlışı yaptıktan sonra adisyonu Mehmet Bey’e kilitleyip kurtulma hazırlığında gözüküyor. Nitekim ikide bir de ekonomide uzun mücadeleler sonucu elde edilen kazanımlardan geriye gidiş olmayacağını söyleyip duruyor. Saray’ın küçük ortağı da ‘Faize bakışımız aynı ama istikrar için alınması gereken kısa dönemli ve can yakan tedbirler var. Bugünkü külfete katlanmak kaçınılmaz hale geldi’ diye açıklamalar yapıyor. Ekonomiyi ‘can yakıcı tedbir’ alma noktasına getiren kim? Milletin sırtına ağır bir ‘külfetin’ yüklenmesini ‘kaçınılmaz’ hale getiren kim? Peki Sayın Bahçeli, bu ucube rejimi pazarlarken vadettiğiniz istikrara ne oldu? Kısa dönemli bir pansuman ve aspirin tedavisinden sonra ekonomiyi batıran safsatalara geri dönebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Saray’ın yapacağı her hatanın faturası, işsizlik olarak, hayat pahalılığı olarak, yoksulluk olarak misliyle milletimize çıkıyor.

    “BİZİM YETİŞMİŞ GENÇLERİMİZ, GELECEKLERİNİ KURMAK İÇİN ÇOK SEVDİKLERİ VATANLARINDAN AYRILMAK ZORUNDA KALIYOR”

    Seçimin geneli bitti, unda sübvansiyon gitti. Vatandaş, artık ekmeğin ne zaman 10 liraya çıkacağını endişeyle bekliyor. Dünyada gıda fiyatları düşüyor, bizde artıyor. Dünyada petrol fiyatları düşüyor, bizde pompa fiyatları artıyor. Zaten bu hükümetin kendi ülkesinin vatandaşıyla hiç işi yok. El iyisi. Bizim vatandaşlarımız hastaneden doğru dürüst sağlık hizmeti alamazken ‘ensar’ diye ülkeye doldurdukları sığınmacılar alıyor. Vatandaşa vergi var, sığınmacıya vergi yok. Bizim yetişmiş gençlerimiz, geleceklerini kurmak için çok sevdikleri vatanlarından ayrılmak zorunda kalıyor.  Türkiye; Suriye, Afganistan, Venezuela ve Kolombiya’dan sonra Avrupa’ya en çok iltica başvurusu yapılan beşinci ülke olmuş. Sonuç; Türk vatandaşları vize alamıyor. ‘Sen Suriyeli sığınmacıları ülkende tut, sana para vereyim’ diyenler, şimdi ‘Ülkende çok sığınmacı var, nasıl aldığın da belli değil’ diyerek bizim vatandaşlarımıza vize vermiyorlar. Bunun sorumlusu kim? Tabii ki başta şahsım hükümeti.

    “TÜRKİYE’DE FİYATLAR VATANDAŞINA PAHALI, ELE UCUZ DEMEK”

    Bizim emeklilerimiz ayın sonu nasıl gelecek diye hesap yapıyor, elin emeklisi aylığıyla ülkemizde bizimkilerin artık hayal bile edemediği tatili yapıyor. Yabancılar, ünlü yazar Zweig’in deyimiyle ‘Can çekişen paramızın leşini kemiriyor’. TÜİK’in açıkladığı verilere göre Avrupalı, kendi ülkesinden 100 avroya aldığı mal ve hizmeti, Türkiye’de sadece 40 avro ödeyerek alabiliyor. İncelenen 36 ülke arasında bu endeksin en düşük olduğu ülke Türkiye. Yanlış anlaşılmasın; bu, Türkiye’de fiyatlar ucuz demek değil. Türkiye’de fiyatlar vatandaşına pahalı, ele ucuz demek. Bu canım toprakları kendi vatandaşı için cehenneme, başka ülkelerin vatandaşı için 1 milyoncu pazarına döndüren el iyisi bir hükümet işin başında ve artık bu verimli topraklarda yoksulluğu, yokluğu değil, açlığı konuşuyoruz.

    “EMEKÇİLERİMİZİ BİR KERE DAHA ENFLASYON CANAVARININ DİŞLERİNİN ARASINA ATTILAR”

    Bayram geliyor; torununa harçlık veremeyen, kurban kesmeyi geçtik, bayram günü evine bir kilo et alamayan emekliyi konuşuyoruz. Çalışmayan aç, çalışan da aç. Biz ‘Hem geçtiğimiz 6ı ayda asgari ücreti açlık sınırının altına indiren enflasyonu telafi etmek hem de önümüzdeki dönem beklenen enflasyona çalışanları bir defa daha ezdirmemek, çalışanlara refahtan pay vermek gerekir’ dedik. Bu çerçevede, açlık ve yoksulluk sınırını da dikkate alarak ‘Asgari ücret en az 15 bin lira olmalı’ dedik. Ama hükümet, 11 bin 402 lirada kaldı. Sadece ilk 6 aydaki enflasyonu dikkate aldılar. Söz verdikleri 500 doları bile veremediler. Bu yılın ikinci yarısındaki enflasyonu görmezden geldikleri için de emekçilerimizi bir kere daha enflasyon canavarının dişlerinin arasına attılar. Korkarım, Saray gazete ve televizyonlarında davul zurnayla duyurulan bu asgari ücret de bundan önceki gibi en fazla 2 ay sonra açlık sınırının altına düşecek. Bu asgari ücret, çalışanlara can simidi değil, çay simidi olur.

    “BÜTÇE ÖDENEKLERİ, MEMUR MAAŞLARINDA SÖZ VERDİKLERİ ARTIŞA YETMİYOR”

    Bu arada, pazarlık masasında emekçiyi temsil eden konfederasyon, her ay ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı’ araştırması yayınlıyor. Bu rapora göre; bekar bir çalışanın yaşama maliyeti 13 bin 440 lira. Yoksulluk sınırı 33 bin 750 lira. İşin garip tarafı, konfederasyon başkanı, kendilerinin hesapladığı bir işçinin hayatta kalmak için yapması gereken en az harcamanın altında bir rakama imza atıyor? Bunun neresi emekçiler için hak mücadelesi? Halen en düşük memur maaşı 11 bin 848 lira. Bu da yoksulluk sınırının altında. Erdoğan, seçimden önce, Genel Başkan’ımızın zoruyla bunu 22 bin liraya çıkarma sözü verdi. Yeni bakanı da bunu teyit etti. Ancak bütçede ilk 5 ayda kamuda çalışanlara ödenen maaş ve ücretlerin toplamı, yılın tamamı için öngörülen maaş ödemesinin yarısını geçmiş. Yani bütçe ödenekleri, memur maaşlarında söz verdikleri artışa yetmiyor. Bütçede karşılığı olmayan bu ve bunun gibi pek çok ödeme için bir ek bütçe çıkarılması gerekiyor. Açıklanmış böyle bir çalışma da yok. Hükümetin birinci önceliği olduğunu söylediği İngilizce sosyal medya mesajları, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ziyaret, birkaç beylik laf ve en son bugün yapılan faiz artışı dışında hiçbir şey yok. Enflasyonla mücadele sadece Merkez Bankası’nın sırtına bırakılırsa bunun maliyeti son derece ağır olur. Bu millet, daha çok faiz öder, daha fazla işsizliğe ezilir, daha yüksek enflasyon elindekini avucundakini alır.

    “SEÇİMLERE KADAR, KAZANMAK İÇİN MİLLETİ BÖLMEYE, AYRIŞTIRMAYA DEVAM EDECEĞİNİ GÖSTERİYOR”

    Bugün yaşadıklarımız, mevcut hükümetin seçimlere kadar, kazanmak için milleti bölmeye, ayrıştırmaya devam edeceği gösteriyor. Bu çerçevede, ‘Başörtüsü’ istismarıyla ‘LGBT’ yuhalamaları eşliğinde anayasa değişikliği yapmaktan bahsediyor. Milletimizi bölecek bir propaganda sürecinin ayak sesleri şimdiden duyulmaya başlandı. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün bilinen bir sözü vardır. ‘Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir’. Ama bu sözlerin bir de fazla bilinmeyen devamı vardır. Onu da ben paylaşmak istiyorum. ‘Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.’ Bu millet, kendini bölerek zayıflatmak isteyen her türlü mihraka karşı duracaktır.

    “ŞİMDİ AYAĞA KALKMA, EKSİKLERİ VE HATALARI GİDEREREK, ÜSTÜMÜZÜ SİLKELEYEREK YENİDEN MÜCADELEYE BAŞLAMA VAKTİ”

    Ülkemizin içinden geçmekte olduğu seçim sürecinin ilk aşaması olan genel seçimlerde istediğimiz sonucu alamadık. Başta Genel Başkan’ımız olmak üzere hepimiz çok çalıştık. Ama kazanamadık. Buna çok üzüldük. Ama üzülmek yetmiyor. Şimdi ayağa kalkma, eksikleri ve hataları gidererek, üstümüzü silkeleyerek yeniden mücadeleye başlama vakti. Bunu, ülkemiz için, milletimiz için yapacağız. Bu çerçevede, parti içi yenilenme sürecini kavgayla değil, ama demokrasini gereği olarak tartışarak ve istişare ederek, mevzuatın izin verdiği en hızlı şekilde tamamlayacağız. Demokrasiden yana muhalefetin birleşen gücünü tahkim edip artıracağız. Yereldeki iktidarımızı daha da güçlendirerek Saray’a, ülkenin yarısından fazlasının bu keyfi rejime karşı sapasağlam durduğunu, öyle aklına estiği gibi at oynatamayacağını göstereceğiz. Seçimi kazanamadık ama bu ülkenin aydınlık yarınlarına ve demokrasiye inanan vatandaşlarını tek vücut haline getirdik. Erdoğan’ı korkudan titreten ve saldırganlaştıran, bizi bölmek için çılgınca hırslandıran birliğimizin bu olağanüstü gücüdür. Korkacak, titreyecek; bugün değilse yarın, o koltuktan sandık yoluyla gidecek.”

    ‘SAYIN ÖZCAN’I KESİN İHRAÇ TALEBİYLE DİSİPLİN KURULUMUZA SEVK ETTİK’

    Faik Öztrak, açıklamalarının ardından, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Öztrak, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın kesin ihraç sebebiyle disipline sevk edilmesine ilişkin sorulan soruyu, “Tüzüğümüzün ilgili maddeleri gereğince Sayın Özcan’ı kesin ihraç talebiyle disiplin kurulumuza sevk ettik” diye yanıtladı.

    Öztrak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP il başkanlarının ortak açıklamasının 4 il başkanı tarafından hazırlandığını söylemesine ilişkin şunları söyledi:

    “Burada bir yanlış bilgi edinme var. Çünkü bu geniş katılımlı toplantılarda, sonuç bildirgesini hazırlamak üzere bir redaksiyon komitesi kurulur. Evet, burada da 4 kişilik bir redaksiyon komitesi kurulmuş ve bu redaksiyon komitesi bir metin hazırlamış, ondan sonra da 81 il başkanımızdan oluşan bir Whatsapp grubu kurulmuş ve bu metin orada görüşe açılmış. 81 il başkanımız, bu metni defalarca müzakere etmiş ve ardından da bunu ortak bir mutabakat metni haline getirmişler, imzalamışlar. CHP’nin hiçbir il başkanı, mutabakatı olmayan bir metne imza atmaz.”

    Öztrak, İBB Başkanı İmamoğlu’nun “Seçim kaybetme tecrübem yok” açıklaması üzerine ise “Sayın İmamoğlu bunun yorumunu herhalde kendisi yapacaktır. Ama burada seçim kaybeden de seçim kazanan da her zaman önde olan partimiz olur” dedi.

  • CHP’Lİ GÖKÇEN: “SADECE 3 GÜNDE 10 KADIN CİNAYETİ, 1 ŞÜPHELİ KADIN ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞTİ. ÖFKELİYİZ”

    CHP’Lİ GÖKÇEN: “SADECE 3 GÜNDE 10 KADIN CİNAYETİ, 1 ŞÜPHELİ KADIN ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞTİ. ÖFKELİYİZ”

    CHP İzmir Milletvekili Gökçe Gökçen, “16-18 Haziran tarihleri arasındaki üç günde en az 10 kadın cinayeti ve bir şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Bu üç günde, 4’ü İzmir’den olmak üzere Eskişehir, Manisa, Gaziantep, Ankara, Muğla ve Hakkari’den toplam 11 kadının ölüm haberini aldık. Öfkeliyiz. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın göreve başladığı 5 Haziran’dan bugüne kadar ise en az 16 kadın katledildi. Sayın Bakan, bu ülkede yaşayan tüm kadın ve çocukların yaşamından ve güvenliğinden doğrudan sorumludur” açıklamasını yaptı.

    Gökçe Gökçen, yaptığı yazılı açıklamada İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının, kadın cinayetlerindeki yükselişin önemli sebeplerinden biri olduğunu belirtti. Gökçen açıklamasında şunları söyledi:

    “Kadınların sahiplendirilmesi gerektiğini savunanlarla, kadın vekil adaylarının fotoğraflarını yalnızca bir siluetten ibaret kılanlarla ittifak kuran bir iktidar var. Bu iktidar tarafından korunan, iyi hal indirimi alacağını bildiği için elini kolunu sallayarak cinayet işleyen katillerle karşı karşıyayız. İşlenen cinayetlerin sorumluları sadece bu katiller değildir. Bu şiddetin tohumları yalnız katillerin bedenlerinde değil, aynı zamanda iktidarın köklerindedir. Şiddet faillerini koruyan, İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden iktidar ve 6284’ü hedef alanlar da bu cinayetlerden siyaseten sorumludur.

    “KADINA YÖNELİK ŞİDDETTE GERÇEK DAHA FAZLA”

    Kadına karşı şiddeti önlemek için sahada çalışan kişilerden, polis telsizlerinde kadın cinayetlerinin anons edilmediği yönünde duyumlar alıyoruz. Kadına yönelik şiddetteki gerçek verilerin gizlenmesi amacıyla ismi geçirilmeyen kadınlardan haberdarız. Gerçek veriler ne yazık ki basına yansıyanlardan çok daha fazlasına tekabül ediyor.”

    “SAYIN BAKAN TÜM KADIN VE ÇOCUKLARIN YAŞAMINDAN VE GÜVENLİĞİNDEN SORUMLUDUR”

    Açıklamasında kadın cinayetlerini önlenmesi adına Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ı da sorumluluk almaya davet eden Gökçen şu görüşleri dile getirdi:

    “14 Mayıs seçimlerinden bugüne en az 37 kadın, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın göreve başladığı 5 Haziran’dan bugüne kadar ise en az 16 kadın katledildi. Sayın Bakan, bu ülkede yaşayan tüm kadın ve çocukların yaşamından ve güvenliğinden doğrudan sorumludur. Biz de kendisinden, acilen bu sorumluluğun farkına varmasını ve kadınlarla çocukların yaşam haklarını koruyacak tedbirleri almasını bekliyoruz. Ne olursa olsun, hiçbir kız kardeşimizin yalnız hissetmemesi için biz buradayız ve tüm varlığımızla mücadele etmeye devam edeceğiz”

     

  • CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN 17 BAKANLIĞA 68 BAKAN YARDIMCISI ATADI

    CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN 17 BAKANLIĞA 68 BAKAN YARDIMCISI ATADI

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayınlanan karara göre, 17 bakanlığa 68 bakan yardımcısı atandı. Eski AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, İçişleri Bakan Yardımcısı ve eski TÜGVA Başkanı Enes Eminoğlu Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı olurken; Adalet Bakan Yardımcısı Akın Gürlek, yeniden aynı göreve getirildi.

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla bakan yardımcıları atamaları Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayınlandı. Karara göre; 17 bakanlığa 68 bakan yardımcısı atandı.

    Eski AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş, Eski Diyarbakır Valisi ve Belediye kayyumu müfettiş Münir Karaloğlu İçişleri Bakan Yardımcılığına atandı. Eski TÜGVA Başkanı Enes Eminoğlu Gençlik ve Spor Bakan Yardımcılığı görevine getirildi.

    Eski Milli Güreşçi ve eski Vakıfbank Yönetim Kurulu Üyesi Hamza Yerlikaya, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı; eski hakim Akın Gürlek Adalet Bakan Yardımcısı, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak görevlendirilen Fatma Betül Sayan Kaya’nın kardeşi Ömer Fatih Sayan Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı olarak yeniden atandı.

    Eski AKP milletvekilleri Ramazan Can, Ahmet Aydın, Ahmet Berat Çonkar, Abdullah Erdem Cantimur, Alpaslan Kavaklıoğlu, Şuay Alpay, Ebubekir Gizligider ve Osman Boyraz, bakan yardımcısı olarak atanan isimler arasında yer aldı.

    Bakan Yardımcısı atamaları şöyle:

    Adalet Bakan Yardımcıları: Akın Gürlek, Hasan Yılmaz, Niyazi Acar, Ramazan Can.

    Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcıları: Leman Yenigün, Rıdvan Duran, Sevim Sayim Madak, Zafer Tarikdaroğlu.

    Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcıları: Adnan Ertem, Ahmet Aydın, Faruk Özçelik, Lutfihak Alpkan.

    Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcıları: Fatma Varank, Hasan Suver, Refik Tuzcuoğlu, Vedad Gürgen.

    Dışişleri Bakan Yardımcıları: Ahmet Yıldız, Burak Akçapar, Mehmet Kemal Bozay, Yasin Ekrem Serim.

    Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcıları: Abdullah Tancan, Ahmet Berat Çonkar, Nevzat Şatıroğlu, Zafer Demircan.

    Gençlik ve Spor Bakan Yardımcıları: Enes Eminoğlu, Halis Yunus Ersöz, Hamza Yerlikaya, Safa Koçoğlu.

    Hazine ve Maliye Bakan Yardımcıları: Abdullah Erdem Cantimur, İsmail İlhan Hatipoğlu, Osman Çelik, Zekeriya Kaya.

    İçişleri Bakan Yardımcıları: Bülent Turan, Mehmet Aktaş, Mehmet Sağlam, Münir Karaloğlu.

    Kültür ve Turizm Bakan Yardımcıları: Batuhan Mumcu, Gökhan Yazgı, Nadir Alpaslan, Serdar Çam.

    Milli Eğitim Bakan Yardımcıları: Celile Eren Ökten, Kemal Şamlıoğlu, Nazif Yılmaz, Ömer Faruk Yelkenci.

    Milli Savunma Bakan Yardımcıları: Alparslan Kavaklıoğlu, Bilal Durdalı, Celal Sami Tüfekci, Şuay Alpay.

    Sağlık Bakan Yardımcıları: Huzeyfe Yılmaz, Hüseyin Kürşat Kırbıyık, Şuayip Birinci, Tolga Tolunay.

    Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcıları: Ahmet Yozgatlıgil, Çetin Ali Dönmez, Oruç Baba İnan, Zekeriya Çoştu.

    Tarım ve Orman Bakan Yardımcıları: Ahmet Bağcı, Ahmet Gümen, Ebubekir Gizligider, Veysel Tiryaki.

    Ticaret Bakan Yardımcıları: Mahmut Gürcan, Mustafa Tuzcu, Özgür Volkan Ağar, Sezai Uçarmak.

    Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcıları: Durmuş Ünüvar, Enver İskurt, Osman Boyraz, Ömer Fatih Sayan. 

     

     

     

     

     

  • KARS DİGOR’DA BULUNAN ‘5 KİLİSE’ TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR

    KARS DİGOR’DA BULUNAN ‘5 KİLİSE’ TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR

    TACETTİN DURMUŞ 

    Kars’ın Digor ilçesinde ‘5 Kilise’ olarak bilinen Manastır topluluğundan geriye kalan Aziz Sarkis Kilisesi turizme kazandırılmayı bekliyor. Kültürel miras uzmanı tarihçi Faruk Torunoğlu, “5 kiliseden geriye sadece şu anda ana kompleksteki bina kalmış durumdadır. Burada aslında 5 tane kiliseden, şapelden oluşan bir yapı var” dedi. Dağcı Doğu Yılmaz da “Burada aslında milli servetimiz olan yapılar gördük ama çok çok da üzüldük çünkü harabeye dönmüş, yıkılmış, sahip çıkılmamış bir antik kentle karşılaşmış vaziyetteyiz” diye konuştu.

    Digor ilçe merkezine 4 kilometre uzaklıkta 10. yüzyılda Ermeniler tarafından inşa edilen ‘Khidskonk’ olarak da bilinen ve manastır olarak kullanılan yapılarda yıllardır restorasyon yapılmıyor. Bölgeye doğa yürüyüşü yapan kültürel miras uzmanı tarihçi Faruk Torunoğlu, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

    “5 KİLİSENİN PAKRADUNİLER TARAFINDAN YAPILDIĞI BİLİNMEKTEDİR”

    “5 kiliseden geriye sadece şu anda ana kompleksteki bina kalmış durumdadır. Burada aslında 5 tane kiliseden, şapelden oluşan bir yapı var. Burası bir manastır olarak kullanılmıştır. Burada bulunan Meryem Ana, Aziz Stefanos, Aziz Grikor ve Aziz Sarkis Kiliseleriden geriye sadece Aziz Sarkis Kilisesi kalmıştır. Bu yapıların ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmese de Pakraduniler tarafından yapıldığı bilinmektedir. Pakraduniler 825’te Abbasi halifesinin yardımıyla önce Ermenistan’da valiliği daha sonra da 10- 15 yıl içerisinde de Ermenistan krallığını alan aile idi. Aslında bunlar asker bir aile ve Ermenistan’ın piyade güçlerini oluşturuyorlardı. Piyade güçlerinin yanı sıra tüccarlıkları sayesinde de iyi bir ailevi servetleri vardı. Bunlar Ermenistan tahtını ele geçirdikten sonra bu gölgede bilinen bütün Ermenistan kiliselerini yapan da bu aileydi. Pakradunilerle ilgili günümüzde çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Çünkü Pakradunilerin aslında Ermeniler içerisinde Yahudi grup oldukları söylenmektedir. 825’te 1045 Ani’yi Alpaslan’ın almasıyla birlikte Türklerin hâkimiyetine geçtiği döneme kadar burada bir Pakraduni hakimiyeti olmuştu. Digor 5 kilise ise özellikle Moğol istilasından sonra kullanılamaz hale geldi ama şu anda gördüğümüz binanın tarihi kaynaklarda 1020 yıllarında yapıldığını ve 1100’lü yıllarda kitabeler eklendiğini görüyoruz. Buraya yakın bir köyün bütün kaynaklarını Osmanlı’daki vakıf arazisi gibi görerek kiliseye ve manastıra başlandığını biliyoruz. Özellikle 19. yüzyılda Osmanlı’nın bu bölgede hakimiyetini kaybetmesinden sonra Ruslar bu bölgeye geldiğinde yeniden kullanıldığı da bilinmektedir ama 1905’ten sonra doğa şartların da tahribatı ile yok olmaya başlamıştır. Özellikle de 1989 depreminde de oldukça etkilenmiştir.”

    “BU BÖLGENİN ACİLEN İNANÇ TURİZMİNE KAZANDIRILMASI GEREKİYOR”

    Bölgede dağcılık yapan ve gezi sonrası açıklamada bulunan Ardahanlı dağcı ve profesyonel futbol hakemi Doğu Yılmaz, şunları söyledi:

    “Bugün Karslı ve Ardahanlı dağcılarla beraber Kars’ın Digor ilçesinden 5 Kilise bölgesine doğru yaklaşık 5 kilometre kadar yürüyüş başlattık. Burada aslında milli servetimiz olan yapılar gördük ama çok çok da üzüldük çünkü harabeye dönmüş, yıkılmış, sahip çıkılmamış bir antik kentle karşılaşmış vaziyetteyiz. Tabi biz dağcılar olarak buralara sürekli gidip geliyoruz. İçimiz acıyor ama ilgililerin ve yöneticilerin de bu işe sahip çıkması, Kars merkezli bu bölgenin acil bir şekilde inanç turizmine kazandırılması gerekiyor. Vaziyet kötü ama kurtarılabilir. Bir ana önce ilgilenilmesi gerekiyor. Aynı zamanda çevrede inanılmaz bir doğal güzellikte söz konusu. İnanç turizmi ve doğa turizmi bir araya getirildiğinde, pazarlaması iyi yapıldığında inanıyorum ki bölge kalkınacaktır.”

    “ŞU ANA KADAR GÖRMEMİŞ OLMANIN EKSİKLİĞİNİ HİSSETTİM”

    İlk kez dağcı arkadaşlarıyla böylesine özel bir tarihi doğa yürüyüşüne katıldığını belirten eğitimci Emre Okan Bayramoğlu, “Çok büyük bir keyif aldım. Bir Karslı olarak Kars’ta doğup büyüyen biri olarak burasını daha önce görmemiş olmanın eksikliğini hissettim. Herkesin gelip buraları görmesi gerekiyor. Bu tarih bizim; bunun kilisesi veya camisi olmaz. Bir şekilde turizme kazandırılması lazım. Tarihi ve kültürel varlığının yanı sıra mükemmel bir doğası var. 5 Kilise insanın başını bile uzatıp bakında korkacağı bir vadi üzerine kurulmuş. Ekstrem sporlar için de mükemmel bir alan. Çok uzak değil Kars’ın Digor ilçe merkezinde 5 kilometre uzaklıkta bir antik alan” dedi.

     

  • İRANLI MUHALİFLERİN KAÇIRILMASI DAVASINDA SAVCI DAVUT YILMAZ’IN 44 YILA KADAR HAPSİ İSTENDİ

    İRANLI MUHALİFLERİN KAÇIRILMASI DAVASINDA SAVCI DAVUT YILMAZ’IN 44 YILA KADAR HAPSİ İSTENDİ

    SİNEM NAZLI DEMİR

    İranlı rejim muhaliflerini Türkiye‘den kaçırmaya çalıştıkları iddia edilen ve aralarında meslekten ihraç edilen savcı Davut Yılmaz ve savunma sanayi şirketi sahibi İhsan Sağlam’ın da bulunduğu 16 sanığın yargılandığı davada mütalaa açıklandı. Savcı mütalaasında, eski savcı için 44 yıl 6 aya kadar hapis talebinde bulundu.

    İranlı rejim muhaliflerini Türkiye’den kaçırmaya çalıştıkları iddia edilen ve aralarında meslekten ihraç edilen savcı Davut Yılmaz ve savunma sanayi şirketi sahibi İhsan Sağlam’ın da bulunduğu 6’sı tutuklu toplam 16 sanığın yargılandığı davanın görülmesine bugün devam edildi.

    SANIK ESKİ SAVCI DAVUT YILMAZ, SİSTEM ARIZASI NEDENİYLE SAVUNMA YAPAMADI

    İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan duruşmada, tutuklu sanıklar İhsan Sağlam, İsmail Sağlam, Hakan Sağlam, Muharrem Sağlam ve tutuksuz sanıklar duruşmada hazır bulundu. Duruşmaya, taraf avukatları ve sanıkların aile yakınları da katıldı.

    Tutuklu sanık eski savcı Davut Yılmaz, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi’nin (SEGBİS) arızalı olması sebebiyle duruşmaya katılamadı.

    SAVCI ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAASINI AÇIKLADI

    Duruşmada mütalaasını açıklayan savcı, İran Nizam Ordusu’nun dış operasyonlar birimi yetkilisi Seyid Mehdi Hossein ve Türkiye’de İran İstihbarat saha sorumlusu Morteza Soltan Sanjari’nin, İhsan Sağlam aracılığıyla olay tarihinde İstanbul Anadolu Adliye’sinde görevli Cumhuriyet Savcısı Davut Yılmaz ile irtibat kurduğu kaydedildi. Mütalaada, sanık Yılmaz’ın suçun icrasını kolaylaştırmak amacıyla çakar sistemi ve Adalet Bakanlığı hakim-savcı logolu aracı sanıklardan İhsan Sağlam’ın kullanımına tahsis ettiği belirtildi.

    Mütalaada İhsan Sağlam hakkında Türkiye’deki Morteza Soltan Sanjari ile Davut Yılmaz arasındaki ilişkiyi tesis ettiği, By Sağlam Savunma sanayi çatısı altında kendisini iş adamı, diplomat olarak tanıtıp “Mikail-Angel” kod ismini kullanarak çevresine güven telkin ettiği aktarıldı.

    MAHKEME HEYETİ DAVUT YILMAZ HAKKINDA 44,5 YILA KADAR HAPİS İSTEDİ

    Mütalaada, sanık eski savcı Davut Yılmaz’ın “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”, “yasaklanan bilgilerin casusluk maksadıyla temini” ve “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından 17 yıldan 44,5 yıla kadar hapsi talep edildi.

    İHSAN SAĞLAM HAKKINDA 57 YILA KADAR HAPİS TALEP EDİLDİ

    İhsan Sağlam’ın “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”, “yasaklanan bilgilerin casusluk maksadıyla temini” ve “birden fazla kişiyle cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”, “birden fazla kişiyle silahla kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya teşebbüs” suçlarından 22 yıldan 57 yıla kadar hapis ile cezalandırılması istendi.

    Sanık Morteza Soltan Sanjari hakkında da “suç işlemek amacıyla örgüte üye olma”, “yasaklanan bilgilerin casusluk maksadıyla temini”, “birden fazla kişiyle cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”, “birden fazla kişiyle silahla kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya teşebbüs” suçlarından 20 yıldan 53 yıla kadar hapis cezası talep edildi. Mütalaada diğer 13 sanığın da 5 yıldan 57 yıla kadar değişen oranlarda cezalandırılması talep edildi. 

    MAHKEME, MÜTALAAYA KARŞI SAVUNMA YAPILMASI İÇİN DURUŞMAYI ERTELEDİ

    Mütalaanın ardından tutuklu sanıklar tahliyelerini talep ettiler. Ayrıca sanıklar esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmak için süre istediler. Mahkeme heyeti, sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vererek duruşmayı 10 Temmuz’a ertelendi.