Kategori: Yaşam

  • Şeçimler için siber saldırı endişesi

    Şeçimler için siber saldırı endişesi

    Yurt Dışındaki Fransızlardan Sorumlu Bakan Matthias Fekl yaptığı yazılı açıklamada, yurt dışındaki Fransızların Haziran ayında düzenlenecek genel seçimlerde internet üzerinden oy kullanma seçeneğinin siber saldırı endişesiyle iptal edildiğini belirtti.

    Fransız Bakan, “Ulusal Bilişim Güvenliği Ajansı’nın (ANSSI) uzmanlarının tavsiyesi ve elektronik oy verme işlemini etkileyebilecek siber saldırı tehdidinin artması üzerine bu karar alındı” dedi.

    Bakan Matthias Fekl, seçimleri etkileme tehlikesi yüzünden elektronik oy verme yönteminden vazgeçilerek risk almama görüşünün benimsendiğini ifade etti.

    Elektronik oy verme işlemi ilk defa Fransa dışındaki 12 seçim bölgesinde 2012 yılındaki seçimlerde uygulanmıştı.

    Bu genel seçimlerde yurt dışındaki Fransızlar, belirlenen seçim sandıklarında, posta yoluyla ya da vekaletle oy kullanabilecek.

    Yurt dışında bir milyon 300 bin civarında Fransız seçmenin olduğu tahmin ediliyor.

    Fransa, genel seçimler öncesi Nisan ve Mayıs ayında iki turlu düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine kısa süre kala bazı adayların özellikle Rusya’dan gelen siber saldırılara hedef olduğu düşüncesinde.

    Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault geçen ay yaptığı açıklamada, Rusya’dan gelen siber saldırıların kabul edilemez olduğunu belirterek, gerekirse bu ülkeye misilleme yapabilecekleri uyarısında bulunmuştu.

    Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın da Dış İstihbarat Servisi (DGSE) raporları doğrultusunda, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yurt dışından gelecek muhtemel bir siber saldırıdan endişe duyduğu ve konunun milli güvenlik kurulu toplantısında ele alınacağı daha önce dile getirilmişti.

  • Avrupa kentleşmede nerede hata yaptı

    Avrupa kentleşmede nerede hata yaptı

    Avrupa Birliği (AB) özelinde düşünüldüğünde Maastricht Anlaşması’na giden süreçte ve sonrasında neredeyse otuz yıldan fazla bir süredir, küreselleşmenin siyasi ve yönetsel ayağının ulus-ötesi oluşumlar tarafından gerçekleştirileceği hatta gelecekte bir vakit dünyanın tek bir devlet altında birleşebileceği rüyası ile birlikte, bu hedefin ana omurgasını kozmopolitleşmiş, çeşitliliği, demokrasiyi, katılımı ve farklılıkları benimsemiş kentler ve bu kentlerden oluşan bir ağ tarafından oluşturulacağı öngörüsü ciddi bir darbe aldı.

    İngiltere’nin AB’den çıkması ile sonuçlanan referandumdan tüm Avrupa’da güvenlik ve istikrarın zedelenmesine, terör saldırılarına kadar birçok gelişmeyi Avrupa’nın kentsel alanda yaşadığı krizlerle ilişkilendirmek mümkün. Zira bu gelişmeleri salt diplomasi ve iktisadi yapı odaklı analizlerle açıklamaya çalışmak yetersiz kalabilir. Göz ardı edilen mekânsal boyut ve Avrupa kentlerinin durumu üst ölçekte uluslararası dinamikleri inşa eden ve belirleyen çok önemli etkenleri oluşturuyor.

    AB’nin son yirmi yıldaki en önemli meydan okuması Avrupalılaşma değil, evrenselleşme, kimlik siyasetinden mümkün olduğu kadar arındırılmış bir dünya düzeni kurma mücadelesiydi. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi, Avrupa kentlerinin yaşadıkları demografik dönüşüm ve bunun karşısında istikrarsızlaşan Orta Doğu.

    Yakın coğrafyasındaki gelişmeleri yönlendirmede başarılı olamayan AB, dış ve iç dinamiklerin baskısı altında alışılageldik kalıpların dışında Avrupa çapında geçmişten çok daha farklı bir kentleşme süreci yaşadı. Bu süreç, Avrupa kentlerini demografik, iktisadi ve göç hareketlerinin etkisi altında şekillendirdi.

    Avrupa kentleşmesi nerede çıkmaza girdi?

    Aslında Avrupa kentleşmesi merkez ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonrası 1970’lerde büyük ölçüde tamamlanmıştı. Avrupa’nın çevre ülkelerinde ise 1990’ların sonuna kadar devam etti. Ama Avrupa kentlerinin önemli bir kısmında yaşlanan, doğum oranlarının düşmesi sebebiyle gerileyen bir nüfus yapısı ortaya çıktı. Bu değişim, ekonomik dinamizmi koruma kaygıları ile bir araya geldi.

  • Popülistlerle nasıl mücadele edilmeli?

    Popülistlerle nasıl mücadele edilmeli?

    ize bir şey itiraf edeyim: Geceleri yatağıma uzandığımda ana akım siyasetin özlemiyle yanıp tutuşmuyorum. Onun yerine Fransa’nın güneybatısındaki evimde bir hafta geçirip kırlarda dolaşıyorum. Sonbahar güneşinin sıcaklığını sırtımda, ağaçların yaprakları sararmaya başlamış, yerli çiftçiler bağ bozumuna hazırlanıyor. İnsan bunları nasıl sevmez?

    Siyaset dünyasında ise sevilmeyecek o kadar çok şey var ki… Solda da sağda da iyi bir yıl geçiren ana akım lider sayısı çok az. Aslına bakarsanız, dikkate değer bir başarı görebilmek için epey bir uğraşmanız lazım.

    Kamuoyu araştırmaları, Le Pen ile Sarkozy veya Juppé arasında ikinci tur bir çekişme olacağını gösteriyor. Bu da sol, Le Pen’i alt edebilmek için geleneksel sağ kanattan bir adayı tercih etmek zorunda kalacak demek.

    Avrupa’nın popülizm çıkmazı

    Fransa’da önümüzdeki ilkbaharda seçime hazırlanan Cumhurbaşkanı François Hollande, hasarlı ürünlere benziyor. Fransız ekonomisi yüksek bir üretkenlik potansiyeli ve iyi eğitimli iş gücü avantajına sahip, ama sendikacılar ve Hollande’ın Sosyalist Partisi’nin diğer üyeleri, güçlü büyümeyi yeniden sağlayacak tedbirlerin yolunu tıkıyor. Diğer taraftan eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve eski Başbakan Alain Juppé, Hollande’a meydan okumak ve aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen’in önünü kesmek için merkez sağ muhalefetin kontrolünü ele geçirmeye çalışıyor.

    Kamuoyu araştırmaları, Le Pen ile Sarkozy veya Juppé arasında ikinci tur bir çekişme olacağını gösteriyor. Bu da sol, Le Pen’i alt edebilmek için geleneksel sağ kanattan bir adayı tercih etmek zorunda kalacak demek. Le Pen’in kazanma ihtimali düşük, ama çoğu kimse, Haziran ayında Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması ile ilgili olarak yapılan oylama ve ABD’de Donald Trump’ın Cumhuriyetçi Parti başkan adaylığı kampanyası hakkında da böyle diyordu.

    Avrupa’nın en önemli siyasetçisi Almanya Başbakanı Angela Merkel, mültecilere kucak açma konusundaki ilkeli politikası yüzünden seçmenlerin öfkesini çekmiş durumda. Muhalefetteki Sol Parti, seçmen gücü anlamında pek muteber sayılmaz, ama aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi, göçmen karşıtı duyguları kullanıp yerel seçimlerde Merkel’in memleketi Mecklenburg-Batı Pomeranya dahil hükümet partilerine (yani Merkel’in partisi Hristiyan Demokratlar ve merkez sol Sosyal Demokratlara) yönelik desteği yavaş yavaş törpülüyor.

    İtalya’da Başbakan Matteo Renzi, can çekişen ülke ekonomisini canlandırmaya çalışırken hırçınlaşıyor. Eski Başbakan Silvio Berlusconi liderliğindeki, sabit temelleri olmayan merkez sağ muhalefet siyasetin kalabalığında kaybolmuş durumda ve artık başlıca rakipleri, popülist Beş Yıldız Hareketi ile ülkedeki siyaset müessesesine kibirden fazla bir şey sunmayan bölgesel politikacılar.

    İspanya’da muhalefetteki İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nden destek göremeyen, öte yandan ayrılıkçı Katalanların devam eden bağımsızlık talebiyle karşı karşıya kalan merkez sağcı Halk Partili Başbakan Mariano Rajoy, hükümet kurma mücadelesi içinde.

    Yaşlı ve dışlanmış, ağırlıklı olarak İngiltere’de yaşayan çalışan orta sınıf seçmenin Brexit’e evet oyu çıkardığı Birleşik Krallık’ta yeni Başbakan Theresa May ise partisini bir arada tutmaya çalışıyor. Bazı kabine üyeleri Avrupa’dan tam bir kopuş isterken, kimileri de daha makul, orta yolcu bir yaklaşım göstererek İngiliz mal ve hizmetlerinin en büyük pazarı olan Avrupa ile ticaretin sürdürülmesi için bastırıyor.

    Bu örneklerin de gösterdiği gibi, popülizm Avrupa genelinde – hatta İsveç ve Hollanda gibi beklenmedik yerlerde bile – yeniden diriliyor. Avrupa kıtası artık Trump’ın kendisini gayet evindeymiş gibi hissedebileceği bir yer haline gelmişken, kendisinin temsil ettiği, Batı’yı birleştirmeyi amaçlayan düzen karşıtı galeyana tepki göstermek şart oldu.

  • Soykırım tasarısı hukuksuz, mesnetsiz ve zararlı

    Soykırım tasarısı hukuksuz, mesnetsiz ve zararlı

    Almanya Federal Meclisi, 2 Haziran Perşembe günü yapılan oylama neticesinde 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak nitelendiren bir tasarıyı kabul ederek büyük bir skandala imza attı. Siyasi güdülerle hareket eden bazı Alman siyasetçiler, hukuksuz ve mesnetsiz bir kararı destekleyerek Türk-Ermeni ilişkilerinde olumlu adımlar atılması ihtimalini zora soktu.

    Alman Parlamentosu’nun kararı, hukuki açıdan oldukça sorunlu bir görünüm arz ediyor. Zira Alman siyasetçiler, hukukun temel prensipleri ile Avrupa Birliği İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını ihlal etmek pahasına siyasi bir tavır ortaya koydu.

    Günümüzde soykırım kavramının hukuki sınırlarını belirleyen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler tarafından 1948 yılında kabul edilmiştir. Soykırım suçunun hukuki bir tanıma kavuşturulması, kuşkusuz II. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından Yahudiler başta olmak üzere bazı etnik ve dini topluluklara karşı işlenen insanlık suçları hasebiyle kaçınılmaz hâle gelmişti.

    Türkiye’nin 1950 yılında kabul ettiği sözleşme, Almanya tarafından ancak dört yıl sonra imzalanmış; 1948’de tanımlanan soykırım suçundan hüküm giyen ilk kişi ise 1998’de Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapse çarptırılan politikacı Jean-Paul Akayesu olmuştur. Bu çerçevede 1915 olaylarının 1948’de kabul edilen bir tanıma istinaden ‘soykırım’ olarak değerlendirilmesi, hukukun temel kaidelerinden olan “kanun yoksa suç yoktur” (nulla poena sine lege) ilkesine aykırıdır.

    Alman parlamenterler, bu tasarıyı kabul ederek AİHM kararlarını da ayaklar altına aldı. AİHM’nin pozisyonunu açıkça ortaya koyduğu bir ortamda Berlin’in 1915 olaylarını soykırım olarak gösterme çabası, ancak siyasi körlükle açıklanabilir.

    Tarihi hata

    Alman parlamenterler, geçtiğimiz hafta gündeme gelen tasarıyı kabul ederek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını da ayaklar altına aldı. Zira Mahkeme, 2015 yılında sonuçlanan Perinçek-İsviçre davasının gerekçeli kararında soykırım iddialarının “tartışma açık” ve “tartışma konusu” olduğunu ifade ederek mahkemenin “1915 olaylarının uluslararası hukuka göre soykırım olarak tanımlama yetkisinin olmadığını” vurgulamıştır. AİHM’nin pozisyonunu açıkça ortaya koyduğu bir ortamda Berlin’in 1915 olaylarını soykırım olarak gösterme çabası, ancak siyasi körlükle açıklanabilir.

    Son olarak Almanya Federal Meclisi’nin 1915 olayları konusunda hüküm verme pozisyonunda olmadığını ifade edelim. Bu görüş, Perşembe günü yapılan oylamada hayır oyu kullanan muhafazakâr CDU-CSU partisinin Leipzig milletvekili Bettina Kudla tarafından da paylaşılıyor. Oylamadan sonra Twitter hesabından bir açıklama yapan Kudla, “başka ülkelerde yaşanan olayların tarihi değerlendirmesini yapmak, Alman Parlamentosu’nun işi değildir” diyerek soykırım iddiasını gündeme getirenlere en güzel cevabı verdi.

    Öte yandan Almanya Federal Meclisi’nin kararı yalnızca hukuk ihlali değil, aynı zamanda siyasi basiretsizlik ve vizyonsuzluk olarak değerlendirilmelidir

  • Erdoğan’a cevap verdi

    Erdoğan’a cevap verdi

    Parlamentoda konuşan Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türk bakanların Almanya’daki referandum etkinliklerinin engellenmesi üzerine çıkan krizle ilgili açıklama yaptı. Angela Merkel, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Nazi benzetmesi”ne tepkiliydi. Merkel, bu benzetmeye son verilmesi gerektiğini söyledi. Nazi benzetmelerinin sadece Nazi döneminde yaşananları önemsiz göstereceğini savundu.

    “Bir yanda Avrupa ve Türkiye’nin çok sayıda ortak çıkarı var. Diğer yanda ise Avrupa Birliği ile Türkiye ve Almanya ile Türkiye arasında derinleşen görüş ayrılıkları olduğunu hissediyoruz” diyen Merkel, önemli bir partnerleri olan Türkiye’nin Almanya yönetimini Nazilere benzetmesinin üzücü olduğunu söyledi.

    Merkel, Almanya’da yaşayan Türklerin Alman toplumunun bir parçası olduğunu da vurgulayarak, “Türkiye’deki iç çatışmaların Almanya’ya yayılmaması için mümkün olan her şeyi yapmak istiyoruz” diye konuştu.

    Alman Başbakan, Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri olan ve geçen ay Türkiye’de tutuklanan Türk-Alman vatandaşı Deniz Yücel’in serbest bırakılması için de çağrı yaparken, Almanya’nın Türkiye’yle ilişkisinin geleceği hakkında şunları söyledi:

    “Türkiye ve diğer ülkelerle kurduğumuz ilişkileri demokrasi temeli üzerine inşa etmeliyiz.”

    “Türkiye’yle ilişkimizi iyileştirmek için, elimizden gelen ve değerlerimize uygun olan her şeyi yapmaya değer.”

    Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler son dönemde gergin. Türk bakanların Almanya’da katılacakları etkinliklere izin verilmemesiyle iki ülke arasında yaşanan gerginlik, Türkiye ve Almanya Dışişleri Bakanları tarafından Saşı günü ele alınmıştı. Mevlüt Çavuşoğlu ve Sigmar Gabriel Berlin’de bir araya gelmişti. Görüşmenin ardından konuşan Alman Bakan, “Türkiye’nin iç tartışmaları Almanya’ya ihraç edilmemeli” demiş; Çavuşoğlu ise, “İlişkilerimizin kötü olmasının iki ülkeye de faydası yok” ifadelerini kullanmıştı.

    Türkiye kökenli Alman vatandaşı ve Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in Türkiye’de tutuklanmasının ardından, Almanya’da Türk bakanların katılacağı bazı etkinlikler iptal edilmişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Almanya’nın bu tutumunu, “Nazi dönemi uygulamalarına” benzetmişti.