ELİF ESEN: “17 AĞUSTOS 1999, ÜLKEMİZ İÇİN BİR MİLATTI. ANCAK BU KADAR YIL GEÇTİKTEN SONRA YAŞANAN DRAMLAR DEVLETİN, BİR ŞAHIS ŞİRKETİ GİBİ YÖNETİLMESİNİN BEDELİNİ ÖDETİYOR”

ELİF ESEN: “17 AĞUSTOS 1999, ÜLKEMİZ İÇİN BİR MİLATTI. ANCAK BU KADAR YIL GEÇTİKTEN SONRA YAŞANAN DRAMLAR DEVLETİN, BİR ŞAHIS ŞİRKETİ GİBİ YÖNETİLMESİNİN BEDELİNİ ÖDETİYOR”
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Elif Esen, “17 Ağustos 1999, ülkemiz için bir milattı. Ancak bu kadar yıl geçtikten sonra 6 Şubat’ta yaşadığımız depremdeki kayıplar ve hâlâ yaşanan dramlar devletin, bir şahıs şirketi gibi yönetilmesinin bedelini ödetiyor. Bu bedeli on binlerce insan canlarıyla, yüz binlercesi sevdiklerini kaybederek, milyonlarcası hatıralarını, şehirlerini ve birikimlerini kaybederek ödemeye devam ediyor” dedi.

DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Elif Esen, “17 Ağustos 1999, ülkemiz için bir milattı. Ancak bu kadar yıl geçtikten sonra 6 Şubat’ta yaşadığımız depremdeki kayıplar ve hâlâ yaşanan dramlar devletin, bir şahıs şirketi gibi yönetilmesinin bedelini ödetiyor. Bu bedeli on binlerce insan canlarıyla, yüz binlercesi sevdiklerini kaybederek, milyonlarcası hatıralarını, şehirlerini ve birikimlerini kaybederek ödemeye devam ediyor” dedi.

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Elif Esen, bugün 17 Ağustos 1999’da meydana gelen Marmara Depremi’nin 24. Yıl dönümü dolayısıyla TBMM’de basın toplantısı düzenledi.  Esen’in açıklamasından öne çıkanlar şöyle:

“TÜM BU ACI HATIRALAR, BİRER TARİH DERSİ OLMAKTAN ÖTEYE GEÇMELİ, GELECEĞİMİZ İÇİN BİR UYARI OLMALIYDI”

“Türkiye bir deprem bölgesi ve depreme hazırlıklı olmak da merkezi yönetimin en önemli sorumlulukları arasında yer almakta. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan son depremler ne yazık ki aynı acıları yeniden hatırlattı bizlere. 2011’de Van’da, 2020’de Elazığ’da ve en son 2023’te de 11 ili etkileyen büyük bir deprem yaşadık. Ancak maalesef geçmişteki depremlerin deneyimlerine rağmen hâlâ aynı hatalar tekrarlanmaya devam ediyor, ısrarla, ders almadan. Hâlâ daha Hatay, dün deprem olmuş gibi. Hâlâ daha üst üste yığılan binaların içinde cansız bedenler, kaldırılmayı bekliyor. Orada yaşayanların yaşam mücadelesi devam ediyor. Yaşanan tüm bu depremler sadece yapıları yıkmakla kalmıyor. Aynı zamanda toplumsal eksiklikleri ve duyarsızlıkları da gözler önüne seriyor. Oysa tüm bu acı hatıralar birer tarih dersi olmaktan öteye geçmeli ve geleceğimiz için bir uyarı olmalıydı, gelecek nesillerimizi acılardan korumalıydı.

“AFETLERİ ENGELLEYEBİLECEK UYGULAMALAR VE BİLİM RAFA KALKIYOR; SİYASİLERİN KULLANIŞLI ÖRTÜSÜ ‘KADER PLANI’ DEVREYE GİRİYOR”

Ülkemizde iktidarlar adeta geçmişten ders almaya direniyor ve bir doğa olan depremin felakete dönüşmesinin tipik örneklerini yaşamaya devam ediyoruz. Bilim ve teknolojideki muazzam gelişmelere rağmen depremlerin yaşadığı devasa yıkıcı potansiyel ülkemizde bir türlü engellenemiyor. Evet, deprem bir doğal afet ancak felakete dönüşmesi tamamen siyasal ve toplumsal koşullara bağlı. Ülkemizde yıllar içinde artan, güçlenen ve engellenmeyen rant, önemli engelleri oluşturmakta. Rant ekonomisi, kolay yoldan para kazanma anlayışı, müteahhit-siyaset-belediye ilişkisi bu engellerin başında yer alıyor ve bu ağır tabloyu yaşatmaya devam ediyor. Kamu idarecileri de bu zihniyete sahip olunca afetleri engelleyebilecek uygulamalar ve bilim rafa kalkıyor; siyasilerin kullanışlı örtüsü ‘kader planı’ devreye giriyor. Oysa dini öğretilerimizde tevekkül, önce tedbir almak ondan sonra Allah’a sığınmaktır.

“17 AĞUSTOS 1999, ÜLKEMİZ İÇİN BİR MİLATTI”

17 Ağustos 1999, ülkemiz için bir milattı. Ancak bu kadar yıl geçtikten sonra 6 Şubat’ta yaşadığımız depremdeki kayıplar ve hâlâ yaşanan dramlar devletin, bir şahıs şirketi gibi yönetilmesinin bedelini ödetiyor. Bu bedeli on binlerce nisan canlarıyla, yüz binlercesi sevdiklerini kaybederek, milyonlarcası hatıralarını, şehirlerini ve birikimlerini kaybederek ödemeye devam ediyor.

“DEPREMDEN ÖNEMLİ GÜNDEMİMİZ YOK”

Depremden önemli gündemimiz yok. Peki neden? Çünkü İstanbul Türkiye’nin kalbi. İstanbul, tahmini verilere göre 16 milyonu geçen nüfusu ile Türkiye nüfusunun yaklaşık beşte birini ve endüstri potansiyelinin yarısını barındıran, ülkenin en büyük metropolü, adeta bir ülke. Nüfusun yaklaşık olarak yarısı kadın, beşte biri de çocuk. Çok yüksek olan deprem tehlikesinin yanı sıra kentsel deprem riski; aşırı kalabalıklaşma, göçmen politikaları, hatalı arazi kullanım planlaması ve yapılaşma, yetersiz altyapı ve çevresel bozulma nedeni ile de bu riskler artıyor. İstanbul, Türkiye’de coğrafi konumu, nüfusu, ekonomisi, sanayi merkezi olması, kültürü, yerleşme alanlarının dağılımı, sosyal yapısının zenginliği ve ülke ekonomisi için taşıdığı önem bakımından son derece kritik bir öneme sahip. Çok yüksek olan deprem tehlikesinin yanı sıra kentin az önce saydığımız problemleriyle de bilinçli bir şekilde mücadele gerekiyor. Bunlar olmadığı takdirde tüm ülkeyi etkileyecek, felç edecek bir risk, bir potansiyel ne yazık ki bizleri bekliyor. İstanbul’da yaşanabilecek bir depremin yüksek sayıda can kayıpları ve yaralanmalara, 50 milyar doların üzerinde ekonomik zarara, iletişim sistemleri hizmetlerinin kesintiye uğramasına, hastanelerdeki hizmetin ve eğitimin aksamasına, kültürel varlıkların yok olmasına, zarar görmesine ve altyapı sistemlerinden kaynaklanabilecek ikincil risklere sebep olacağı gayet açık.

“MECLİS’İ VE GÖREVLİLERİ DEPREM İÇİN YENİDEN GÖREVE, İŞLERİNİN BAŞINA ÇAĞIRIYORUZ”

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, İstanbul’da ilk etapta 600 bin, toplam 1,5 milyon riskli konutu depreme dayanıklı hale getirmek için çalışma yürüttüklerini, hızlı dönüşüm için yeni bir yasa hazırladıklarını ve birkaç ay içinde, yani Meclis’in tatili bittikten sonra, Meclis’e sunacaklarını açıkladı. Meclis’in bu yaz tatil yapma lüksü yoktu. Biz Meclis’i ve görevlileri deprem için yeniden göreve, işlerinin başına çağırıyoruz.”