Prof. Dr. Tarhan: Hatalı aile tutumları yeme bozukluklarına yol açabilir

Prof. Dr. Tarhan: Hatalı aile tutumları yeme bozukluklarına yol açabilir
​Özellikle ergenlik döneminde ortaya çıkan bir yeme bozukluğu olan anoreksiya nervozanın dünya genelinde bir salgın halinde yayıldığını vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında medyanın rolüne dikkat çekti....

Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bir yeme bozukluğu olan anoreksiya nervoza hakkında değerlendirmede bulundu.

Yeme bozuklukları arasında  bulunan anoreksiya nervozanın gelişmiş ülkelerde ciddi bir şekilde pandemi şeklinde yayıldığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Anoreksiya nervoza, özellikle ergenlik döneminde en çok genç kızlarda yaygın olarak görülen bir durum. Yaygınlaşmasının nedenleri araştırılıyor. Anoreksiya nervoza, 50 sene öncesinde de vardı ama bu kadar yüksek değildi. Bunun nedenleri de araştırılıyor." dedi.

Anoreksiya nervozanın biyolojik temeli var

Anoreksiya nervozanın tek etkenli değil çok etkenli bir rahatsızlık olduğunu kaydeden Tarhan, "Bir genetik boyutu var. Mesela çift yumurta ikizlerinde yapılan çalışmalar var. Ya da ailede yapılan aneroksiya araştırmaları var, bunlarda aneroksiya 10 misli daha fazla görülüyor. Aile içinde birinci derece yakınlarında olan aneroksiya nevroza yani yeme bozuklukları olan o kişide olma ihtimali 10 misli daha fazla yüksek çıkıyor. Bu da hastalığın biyolojik temelini gösteriyor." diye belirtti.

Anoreksiya nervozanın kültürel ve psikolojik boyutlarının da bulunduğunu ifade eden Tarhan, "Ayrıca nöro biyolojik ve nöro genetik temeli de var. Ortamı oluşturduğunuz zaman hemen ortaya çıkıyor. Bu yatkınlık genleri şöyledir: Mesela bir insanın akciğerinde kanser olmayla ilgili iki türlü gen vardır: Biri yatkınlık geni, diğeri kozatif gen yani sebep olan gen. Bir kişide ‘kozatif gen’ dediğimiz yani sebep olan gen varsa kişi 40 yaşına geldiği zaman sigarasını içmiyor, kendine iyi bakıyor ama pat diye akciğer kanseri başlıyor. Ama eğer kozatif gen yoksa yatkınlık geni varsa kişi sağlıklı yaşarsa yediğine içtiğine dikkat ederse, sigara içmezse akciğer kanseri başlamıyor." İfadelerini kullandı.

Yanlış protein, yeme algısını bozuyor

Yeme bozukluklarında da aynı şekilde yatkınlık geni olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, şunları kaydetti:

Fakat bazı durumlarda bu ortam şartları, kültürel şartlar, psikolojik şartlar hazır olduğu zaman o gen başlıyor, aşırı gen ifadesi yapıyor, yanlış protein üretiyor. Bu yanlış protein ne oluyor? Kişinin yeme algısı bozuluyor. Yemeyle ilgili açlık, tokluk duygusu bozuluyor. Örneğin kişide şişmanlama korkusu oluyor. Aşırı zayıflatma isteği oluyor, neredeyse tutku derecesinde. Kişide aşırı kilo almaktan korkma vardır. Ben öyle bir vaka bilirim ki 29 kilo olduğu halde aynanın karşısında geçerek ‘Ben 150 kiloyum’ diyordu. Bu kişi yalan söylemiyor, öyle algılıyor. Beyni ona ‘Evet sen 150 kilosun’ diyor. Halbuki kişi 29 kilo, beden kitle endeksi belli. Böyle bir durumda gerçeklerle yüzleştiği zaman bunu kabul etmiyor, inkar ediyor. Yok sayıyor bunu.

Böyle durumlarda kişinin beyninde beden imaj algısıyla ilgili sorumlu alanın kimyasının bozulmuş olduğunu kaydeden Tarhan, "Beyin hatalı düşünce üretiyor, hatalı algı üretiyor. Öyle olunca kişi kendini çirkin algılıyor. Halbuki onun çok çok üstünde güzel. Bakıyorsunuz ‘Ben çok çirkinim’ diyor, aynaya bakmaktan korkuyor. Halbuki ortalamanın üzerinde bir yüzü ve bedeni olduğu halde kendini beğenmiyor." dedi.

Sevginin fazlalığı bazen zarar veriyor

Bu durumun oluşması için de kişinin belli bir ortama ve şartlara sahip olması gerektiğini söyleyen Tarhan, "Nasıl ki akciğer kanseri için yatkınlık geni varsa sigara içtiğin zaman tetikliyorsun onu. Burada da psikolojik olarak, sosyolojik olarak, kültürel olarak, aile olarak bunu tetikleyen anne babaların hatalı tutumları var. Toplum tutumları ve hataları var. Sevgi yoksunluğu önemli bir etken ama o yetmiyor. Bazen sevgi fazlalığı da zarar veriyor. Fazla seviyor, çok seviyor fakat çok kontrol ediyor. Aile temelli tedaviler yapılıyor. Aile temelli tedavilerde sevgi çok ama anne ve baba katı tutumlu ve kontrollü. Sanki anne değil de komutan. Sevgisini belli etmiyor, proje çocuk geliştiriyor. ‘Şöyle olmalısın böyle olmalısın, sakın kilo almamalısın’ diye telkinde bulunuluyor." ifadelerini kullandı.

Yemek yememek çocuğun kendini kanıtlama alanıdır

Bu tip annelerin sürekli küçük yaştaki çocuğun peşinde elinde tabakla arkasında dolaştığını vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "O çocuk için de yemek yememek en önemli kanıtlama alanıdır. Anne ve babaya kendini kanıtlamak için yememe duygusu gelişir. Anneye karşı hem sevgi vardır hem öfke vardır. Anne sevgiyle yapıyor ama sevgi ve baskıcılığı bir arada yapıyor. Sevgi ve baskı bir arada olduğu zaman birçok psikiyatrik hastalığa kapı açıyor. Kimi zaman intihar vakalarının da arkasında sevgi ve baskıcılık vardır." dedi.

Yeme bozukluklarının önlenmesi için aile bağları ve aile ilişkilerinin düzeltilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Bazı annelerde narsisizmin puanı öyle yüksek oluyor ki yani egosu yüksek anneler bunlar. Sevgi var ama annede ego yüksek, narsist. Çocuğunu sanki çocuğu değil, uzvu gibi görüyor. Çocuğu köleleştirmiş. Çocukla anne arasında köle-efendi ilişkisi var. Böyle olunca da çocuk bireyselleşemiyor, özgürleşemiyor. Hastalığa sığınıyor çocuk." dedi.

Bu gibi durumlarda ailenin tüm fertlerinin tedavi altına alındığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Bütün aileyi ele alıyoruz. Onun için burada üç ayaklı tedavi diyoruz. Doktorların yapacağı var, hastamızın yapacağı var, bir de ailemizin yapacağı var. Aileyi de durumuyla yüzleştiriyoruz. Bu süreçlerin tümü zaman ve emek isteyen bir şey. Bu alandaki psikologların  bu konuda deneyimli terapistler olması lazım." dedi.

Yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında medyanın da çok önemli rolü olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Medyadaki bu mükemmel vücut algısı çocukları ve gençleri etkiliyor. Moda dergisini aşırı takip eden bir çocuğun anoreksiya olmaması çok zor. Kız ya da erkek olması fark etmiyor. ‘Mükemmel vücut budur’ diyor. Medya güzeliği fiziksel görünüme indirgiyor. Oysa insanı güzel yapan dış görüntüsü değil, sevimliliği, karakteri ve kişiliğidir. Bir insanı güzel yapan fiziksel görünümün payı yüzde 20’dir. Yüzde 80’i ise davranışları, huyu, karakteri, konuşması ve sohbetidir. Yani onun insani davranışlarıdır. Maalesef sadece görselliğin ve estetik algının kutsallaştırdığı bir çağda yaşıyoruz. Anne ve babalar da medyanın bu hastalığını satın alıyorlar." diye konuştu. (İLKHA)